Kerkük…
Türkmenlerin bin yıldır yaşadığı, Türk ezanlarının yükseldiği kadim bir şehir. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan bugüne Türk kültürünün kalesi olarak görülen bu topraklarda, 1959 yılının Temmuz ayında yaşananlar sadece bir katliam değil; bir kimlik silme operasyonuydu.
O sabah Kerkük uyandığında; Türkmenler, doğdukları, büyüdükleri topraklarda bir kez daha hedef tahtasına oturtulmuştu. Sadece “Türk’üm” dedikleri için yüzlerce soydaşımız, evlerinden alındı, sokak ortasında kurşuna dizildi. Kadın, çocuk, yaşlı demeden yapılan saldırılarda resmî kayıtlara göre 100’den fazla Türkmen şehit oldu. Ancak gerçek rakamların çok daha fazla olduğu biliniyor.
Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle birlikte Kerkük İngiliz mandasına bırakıldı. Sınırlar cetvelle çizildi, halklar yapay şekilde bölündü. Irak devleti kurulurken Türkmenler yok sayıldı. Ne anayasal hak tanındı, ne Türk kimliği kabul edildi. Eğitim hakları ellerinden alındı, Türkçe tabela yasaklandı, kültürel kurumları kapatıldı. Türkmenler sistematik bir asimilasyon sürecine sokuldu.
Temmuz 1959’da başlayan kıyımda; Türkmenler sokak ortasında kurşuna dizildi, bazıları yakıldı, bazıları diri diri toprağa gömüldü. Birçok annenin çocuğunun mezarına bile ulaşmasına izin verilmedi. Evler basıldı, aileler parçalandı. Bu, sıradan bir saldırı değil; bir halkın hafızasını, kültürünü ve kimliğini yok etmeye yönelik bir adımdı.
Türkiye bu katliamı yıllarca uluslararası kamuoyuna anlatmaya çalıştı. Ancak ne Avrupa ne ABD ne de Birleşmiş Milletler ses çıkardı. Kerkük yanarken dünya seyretti.
Aradan 66 yıl geçti… Ama değişen pek bir şey yok. Kerkük hâlâ baskı altında. Türkmenler yine sindirilmeye, asimile edilmeye çalışılıyor. Dün evleri yakılan soydaşlarımız, bugün kimlikleriyle mücadele ediyor.
Kerkük Katliamı sadece bir tarih değil; bir uyarıdır. Unutulursa, tekrar yaşanır. Türk milleti, Ortadoğu’daki varlığı için bu acıyı da hafızasında tutmak zorundadır. Bu yüzden haykırmak gerekir:
“Kerkük Türk’tür, Türk kalacaktır!”