Türk spor kamuoyu günlerdir aynı soruyu tartışıyor: Beşiktaş’ın yıldız futbolcusu Rafa Silva neden gitmek istiyor?
Henüz birkaç ay önce büyük coşkuyla karşılanan bir yıldızın, bugün maçlara ve antrenmanlara çıkmak istememesi şüphesiz sadece spor sayfalarına sığacak bir mesele değil. İddialar, suçlamalar, menajer açıklamaları… Her şey üst üste yığılmış durumda.
Ama aslında bu sahne, Türk futbolu ve Beşiktaş için hiç de yeni değil. Yıldız yönetememe, neredeyse kronik bir problemimiz.
Sergen Yalçın’ın futbolculuğunun en parlak döneminde Beşiktaş’tan kopuşu, Feyyaz Uçar’ın kırılgan vedası, Tümer Metin’in tartışmalı ayrılığı, İlhan Mansız’ın doğru değerlendirilemeyen kariyeri, Pascal Nouma’nın çalkantıları, Ricardo Quaresma’nın ilk döneminde yaşananlar… Hepsi aynı hikâyenin farklı başlıkları. Üstelik yalnızca Beşiktaş’ta değil; Fenerbahçe’de Oğuz–Aykut krizleri, Alex de Souza’nın vedası, Milli Takım’da Arda Turan vakaları da hafızalarda duruyor.
Futbolun bir gerçeği var: Yıldızı yönetemezsen, yıldız sana kriz olarak geri döner.
Burada temel bir gerçeği kabullenmek gerekiyor:
Yetenek yönetmek cesaret ister.
Özgüven ister.
Liderlik ister.
Kendisinden daha parlak insanların yanında olmaktan rahatsız olmayan yöneticiler ister.
Bir futbol takımı da olsa, bir medya şirketi de olsa, bir üniversite de olsa, başarı ancak “yıldızları yönetebilen” bir üst aklın varlığıyla mümkündür.
Aksi hâlde tıpkı Rafa Silva olayında olduğu gibi, kriz kaçınılmaz olur. Çünkü yeteneği yönetemeyen, yetenekten korkar. Korkan da sonunda onu kaybeder.