Gündem

Dr. Cemil Doğaç İpek Yazdı: 81 yıldır bitmeyen sürgün: Kırım

Türkgün gazetesi yazarı Dr. Cemil Doğaç İpek bu hafta yazısında Kırım konusuna değindi ve şu ifadeleri kullandı.

"Tam 81 yıl önce, 18 Mayıs 1944 sabahının ilk saatlerinde, Kırım Tatar Türkleri yurtlarından koparılarak insanlık tarihinin en acımasız sürgünlerinden birine maruz kaldı. Stalin liderliğindeki Sovyet yönetimi, Kırım Türklerini topyekûn anavatanlarından silmeye karar vermişti. Bu karar, Nazi Almanya’sıyla işbirliği yaptıkları yönündeki asılsız suçlamalara dayanıyordu. Oysa aynı dönemde binlerce Kırımlı Türk genci Kızıl Ordu saflarında Nazi işgaline karşı vatanları için savaşmaktaydı. 18 Mayıs 1944 günü şafak vakti Sovyet birlikleri, on binlerce silahlı askerle Kırım’daki her Türk evini bastı. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden herkes evlerinden zorla çıkarılarak kapalı yük trenlerine tıkıldı. Stalin’in emriyle yaklaşık 183 bin Kırım Tatarı, birkaç gün içinde ata toprağından kopartılarak sürgüne gönderildi.

Kırım Tatarlarını bekleyen sürgün yolculuğu, tam bir insanî trajedi olarak tarihe geçti. Aileler, daha ne olduğunu anlamadan, adeta sardalya balığı gibi hayvan nakliyatına mahsus yük vagonlarına tıkıldı; trenlerin kapıları dışarıdan kilitlenip mühürlendi. Yüzlerce insanın balık istifi doldurulduğu bu kapalı vagonlarda havasızlık, susuzluk ve açlık kısa sürede can almaya başladı. Nikita Kruşçev de yıllar sonra bu vahşeti itiraf ederek, Kırım Tatar halkının yaklaşık %46’sının sürgün yolculuğu sırasında veya hemen akabinde hayatını kaybettiğini belirtti. Bu korkunç oran, neredeyse her iki kişiden birinin sürgün yolunda can verdiğini göstermektedir.

Sovyet yönetimi, tüm bu yaşananlara rağmen uzun yıllar boyunca Kırım Tatarlarının vatanlarına dönmesine izin vermedi. 1980’lerin sonunda glasnost ve perestroyka rüzgârlarıyla birlikte Kırım Tatarlarına vatan yolunu açan gelişmeler yaşandı. Sovyet yönetimi 1989’da Kırım Tatarlarının haklı davasını geç de olsa kabul ederek sürgün kararını gayrimeşru ilan etti ve halkın Kırım’a dönüşüne izin verdi. Böylece yüz binlerce Kırım Tatar Türkü anayurt Kırım’a geri dönmeye başladı. Ancak vatanlarına döndüklerinde onları güllük gülistanlık bir hayat beklemiyordu: Eski evleri, köyleri çoktan başkalarına verilmiş; kültürel mirasları tahrip edilmiş, demografik yapı altüst edilmişti. Yıllarca süren mücadeleler neticesinde vatana dönebilen yaklaşık 300 bin Kırım Tatarı, en temel ekonomik ve sosyal sorunlarla (işsizlik, barınma, toprak yetersizliği vb.) boğuşurken bir yandan da nüfusça çoğunluk haline gelen yerleşik Rus idarecilerin ayrımcı uygulamalarıyla karşılaştı. Tüm güçlüklere rağmen Kırım Tatar halkı anayurda dönüş ülküsünden vazgeçmedi ve toprağına sımsıkı tutundu.

Ne yazık ki Kırım Tatarlarının bitmeyen sürgünü, 2014 yılında vatanlarında yeniden nüksetti. Şubat 2014’te Ukrayna’da patlak veren siyasî kriz sonrasında Rusya Federasyonu uluslararası hukuku çiğneyerek Kırım’ı yasadışı bir şekilde işgal ve ilhak etti. Rusya’nın Kırım’ı ilhakının hemen ardından, Kırım Tatar halkının meşru temsil organı olan Kırım Tatar Millî Meclisi hedef oldu. Nisan 2016’da Kırım Tatar Millî Meclisi “aşırılıkçı” bir örgüt ilan edilerek faaliyetleri tamamen yasaklandı. Böylece Kırım Tatarlarının kendi vatanlarındaki gür sesi, hukuksuzca kapatılmış oldu. İşgale karşı sesini yükselten Kırım Tatarları ve Ukraynalılar keyfî şekilde tutuklanıp sindirilmeye başlandı. Sistematik korkutma, ev baskınları, tutuklama, kaçırılma ve kaybedilme vakaları adeta sıradan hale geldi. Bunun yanı sıra, din ve ifade özgürlüğü gibi temel haklar da ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı. Kırım Tatar halkının dilini ve kültürünü yaşatma çabaları engellenmeye çalışıldı; Tatar Türkçesinde eğitim veren okullar baskıyla kapatıldı, Kırım Tatarca yayın yapan medya kuruluşları susturuldu. Tüm bu baskılar, Kırım Tatarlarının kendi vatanlarında bir kez daha ikinci sınıf insan muamelesi görmesine, hatta bir kısmının çareyi yeniden göç yollarına düşmekte bulmasına yol açtı.

Türkiye Cumhuriyeti, Kırım’ın 2014’teki işgal ve ilhak sürecini ilk günden itibaren tanımadığını tüm dünyaya ilan etti. Aradan geçen 11 yıl sonra dahi bu tavrını kararlılıkla sürdürerek, uluslararası hukukun ihlâlini teşkil eden Kırım’daki fiilî durumu tanımadığını ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne desteğini her fırsatta vurgulamaktadır. Ankara, Kırım Tatar Türklerini tarihsel ve kültürel bakımdan Türk milletinin ayrılmaz bir parçası ve öz akrabası olarak görmekte; onları kardeş topluluk olarak her anlamda bağrına basmaktadır. Özellikle Kırım Tatar halkının maruz kaldığı haksızlıkların giderilmesi ve haklarının korunması için çaba harcanmakta; en üst düzeyde girişimlerle destek mesajları verilmektedir.

Kırım Tatar Türkleri, tarihin her döneminde içlerinden çıkan kahraman ve münevver önderler sayesinde millî kimliklerini ayakta tutmayı başarmıştır. Bu önderlerin en önemlilerinden biri, 19. yüzyılda Kırım’da modern Türk dünyasında birlik fikrinin öncülerinden birisi olarak kabul edilen İsmail Bey Gaspıralı’dır. Gaspıralı, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” düsturuyla sadece Kırım Tatarlarının değil, tüm Türk ve İslâm dünyasının eğitim ve kalkınma hamlesine liderlik etmiştir. 1883’te Bahçesaray’da çıkardığı Tercüman gazetesiyle Türk dünyasında ortak bir dil ve bilinç oluşturmanın temellerini atan Gaspıralı, Kırım Türklerinin millî uyanışında kilit rol oynamıştır. Ne var ki Sovyet dönemi, Gaspıralı’nın hatırasını bile silmek isteyecek kadar ileri gitmiştir: Bahçesaray’daki Gaspıralı’nın mezarı tahrip edilmiş, evi ve gazete idarehanesinin bulunduğu bina Rus ailelere tahsis edilmiştir. Ancak tüm baskılara rağmen Kırım Tatar halkı Gaspıralı’nın fikirlerini yaşatmaya devam etmiş; 1990’larda mezarını yeniden ihya ederek ebedî istirahatgâhına sahip çıkmıştır. Türk milletinin Kırım’daki bir diğer gururu ise Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’dur. Kırımoğlu, 1944 sürgününü bir bebekken yaşayan; çocukluğunu uzak diyarlarda sürgünde geçiren bir vatan evladı olarak büyüdü. Genç yaşta Sovyet rejiminin baskılarına başkaldırarak Kırım Tatar halkının hak ve özgürlük mücadelesinin simgesi haline geldi. 1960’lı yıllardan itibaren Sovyet yetkililere açık mektuplar yazarak ve protestolar organize ederek halkının vatanına dönme hakkını savundu. Bu cesur tutumu nedeniyle defalarca yargılandı ve toplamda 15 yıla yakın süreyi Sovyet hapishanelerinde, çalışma kamplarında geçirdi. Kırımoğlu’nun en meşhur direnişlerinden biri, 303 gün süren açlık grevidir, bu insanüstü eylem, dünya kamuoyunun dikkatini Kırım Tatarlarının davasına çekmiş ve bir efsane olarak hafızalara kazınmıştır.

Kırım Tatar Türklerinin 18 Mayıs 1944 Sürgünü ile başlayan son çilesi, aradan 81 yıl geçmesine rağmen tam anlamıyla sona ermedi. Bir milletin maruz kaldığı bu bitmeyen sürgün, her ne kadar şekil değiştirse de özü itibarıyla Kırım Tatarlarının özgür ve huzurlu bir şekilde öz yurtlarında yaşamasına engel olmaktadır. Bugün geldiğimiz noktada, Kırım Tatarları hâlâ vatanlarında baskı altında olsa da tüm zorluklara rağmen ne Türkiye ne de diğer Türk devlet ve toplulukları onların mücadelesini yalnız bırakmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı diplomatik desteği, diaspora topluluklarının fedakâr çalışmaları ve Gaspıralı ile Kırımoğlu gibi önderlerin ilhamı sayesinde Kırım Tatar Türkleri millî kimliklerini her şeye rağmen yaşatmaya devam ediyor. Sonuç olarak, Kırım Tatarlarının bitmeyen sürgünü, Türk milletinin yüreğinde kanayan bir yaradır. Bu yara ancak Kırım’ın özgürlüğüne kavuşması ve Kırım Tatar Türklerinin hak ettiği huzur ve refaha ulaşmasıyla kapanabilir."

{ "vars": { "account": "G-E1EN649QR9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }