Politika

Kurtulmuş'tan "Komisyon, İmralı'ya gidecek mi?" sorusuna yanıt: Böyle bir adım atılabilir, karar komisyonun

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Terörsüz Türkiye hedefine ilişkin değerlendirmesinde "Komisyon, İmralı'ya gidecek mi?" sorusuna da yanıt verdi. "Böyle bir adım atılabilir, karar komisyonun" diyen Kurtulmuş, 13 Kasım'da MİT Başkanı İbrahim Kalın ve iki bakanın komisyonda dinleneceğini söyledi.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, İstanbul’da medya kuruluşlarının genel yayın yönetmenleriyle bir araya geldi.

TBMM'de çalışmalarına devam eden komisyonun İmralı'yı ziyaretine ilişkin de konuşan Kurtulmuş, “Sürecin tamamlanması bakımından böyle bir adım atılabilir ama bu kararı verecek olan Meclis’teki komisyonumuzdur. Benim şahsi görüşüm burada önemli değildir” dedi. İçişleri, Milli Savunma ve MİT yetkililerinin bu hafta Meclis’te bilgi vereceğini belirten Kurtulmuş, “Yapılan sunumlarla süreç başından bugüne kadar değerlendirilecek. Önümüzdeki hafta son dinleme aşamasına geçeceğiz” dedi.

Kurtulmuş, sürecin önemine dikkat çekerek, “Hiç kimseye prim vermeden, hiç kimseye eyvallah etmeden Türkiye’nin bu terörsüz Türkiye meselesini gerçekleştirmesi zarurettir. Bu, artık bir siyasi tercih değil; hayat memat meselesidir” ifadelerini kullandı.

SORU VE CEVAPLAR

SORU: TBMM Genel Kurulu’na sunacağınız çerçeveye ilişkin biraz daha ayrıntı vermeniz mümkün olur mu? Bu çerçeve içerisinde öngörülen yasal ve anayasal adımlar içerisinde münfesih örgüte yönelik bir geçici af öngörülüyor mu?

Komisyon adına bir şey söylemem, baştan beri buna çok dikkat ettim. Yani şahsi fikirlerim olabilir ama sonuçta komisyon, hele hele böyle bir konuda 5’te 3 çoğunlukla bir yönelim içerisinde olursa o da bizim için baş göz üstünedir. Buradaki durum şu. Zaten şu andaki mevcut yasal düzenlemeler içerisinde herhangi bir örgüt elemanının pişmanlık duyması çerçevesinde bundan nasıl yararlanacağı belli. Ama yeni bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bir örgüt diyor ki ben kendimi feshediyorum. Hakikaten feshetti mi, etmedi mi, onun için bunun tespit ve tescillinin devletin güvenlik birimleri tarafından yapılması ve bu kararın alınması lazım. O çerçevede yeni bir durum ortaya çıkabilir, yani münfesih bir örgütle ilgili bir çerçeve olabilir, birkaç konuyu, farklı konuları içeren yasal düzenlemeler olabilir. Ama bunun ne olacağı ne şekilde olması gerektiği konusunda sadece şahsi fikirlerimi söyleyebilirim, komisyonu asla yönlendirmek istemem.

SORU: Terörsüz Türkiye hedefine ulaşmak için komisyonun yürüttüğü çalışmalar nasıl bir katkı sağlayacak? Belki de Türkiye modeli olarak hazırlanacak rapor, TBMM’ye sunumu ile ilgili bir takvim var mı, ne zaman sunulacak?

İkinci sorum da sürecin zehirlenme girişimleri de sürüyor, belki biraz daha gayretli ya da eli çabuk tutmak da gerekiyor bu anlamda. İYİ Parti ve bazı muhalif partilerin PKK sevdası ithamları var. Bu ithamlara bir yanıtınız olacak mı? Bu tartışmalar komisyonun milli birlik hedefini de zedeler mi?

Zaman zaman komisyondaki müzakereler sırasında da konuşma imkanımız oldu. Değerli arkadaşlar, Türkiye için çok ağır bedeller ödenmiş. 102. yılındayız Cumhuriyet'in, 50 yılı terörle geçmiş neredeyse. Bu kadar ağır bir bedeli bu millete ödetmemek lazım, artık bunu bitirmek lazım. Bir konjonktür ortaya çıkmış ve bu konjonktürde de terör örgütü lideri diyor ki, “Tamam, örgütümü feshediyorum, silahı bırakıyorum.” Şimdi silahı bırakma mı diyeceğiz? Eğer silahı bırakıyorsan ve bunda samimiysen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de öyle sıradan bir devlet değil, neyi nasıl yaptığını, hangi kurumları vasıtasıyla hangi işleri yürüttüğünü, yürüteceğini bilir. Bunun sonucu olarak da eğer terör örgütünün gerçekten kendisini feshettiği tespit ediliyorsa bunun gerektirdiği düzenlemeler sizin sorduğunuz soru çerçevesinde yapılabilir.

Bir de Türkiye'nin iç meselesinden ziyade bu meselenin bölge politikalarından uzak düşünülmemesi gerektiği kanaatindeyim. Şu çok açık. Bu bölge sadece, İsrail'in Gazze'deki saldırganlığı ve artık son safhasına geçirmiş olduğu arz-ı mevud planının uygulamalarıyla da ilgili değildir. Irak'ın işgaliyle birlikte başlayan süreçte bölgede, artık proje de değil uygulanan bir durum var. O da nedir? İki fay hattı üzerinden bölge bölünmeye çalışılıyor. Birisi etnik ayrımcılık, bir diğeri ise mezhep çatışmaları. Şimdi biz bunun bedelini çok ağır ödemişiz, Irak'ta ödemişiz, Suriye'de ödemişiz, Lübnan'da ödemişiz, ödemeye de devam ediyoruz. Yani önümüze çıkan bu fırsatta biz, Türkiye'nin insanları olarak, “Kardeşim Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler olarak bu memlekette barış istiyoruz, huzur istiyoruz, bu emperyal projenin paydaşı olmayacağız, bu projenin etkisinden çıkıyoruz.” Türkiye'nin bu iradeyi ortaya koymasıdır aslında.

Yemin ederim ki bu adamlar Türk'ü seviyor da Kürt'ü sevmiyor değiller; Arap'ı seviyorlar da Acem'i sevmiyor değiller; Sünni'yi seviyorlar da Şii'yi, Alevi'yi sevmiyor değiller; inanın ki bölge halklarının tamamından nefret ediyorlar. Bunu da sadece fikir olarak, zihin olarak değil, bu kadar uzun yıllar boyunca uygulamalarıyla ortaya koyuyorlar. İşte üst akıl, üst akıl diyerek bazen bazı şeyleri anlatmaya çalışıyoruz. Onların ki akılsa bizim milletimizin ki akıl değil mi? Biz kendi aklımızı ortaya koyacağız ve onların bu emperyal projelerine karşı terörsüz Türkiye'yi gerçekleştireceğiz. Meselenin özeti budur.

Çok zor bir süreç, bunun farkındayım. Biz bunu yaparken başkaları etki ajanları vasıtasıyla dışarıdan yönlendirmelerle, Türkiye dışındaki gelişmeleri tahrik ederek bir şekilde bu sürecin akamete uğraması için çalışıyorlar, bunları da biliyoruz. Ama sonuç itibarıyla bir noktaya gelindi. Hiç kimseye prim vermeden, hiç kimseye eyvallah etmeden Türkiye'nin bu terörsüz Türkiye meselesini gerçekleştirmek zarureti vardır. Bu siyasi seçeneklerden birisi değildir arkadaşlar. Artık Türkiye için hayat memat meselesi mesabesinde olan bir zarurettir, bunun gerçekleşmesi lazım. Sağdan soldan marjinal bazı çevreler karşı çıkabilirler. Bizim ama bu siyasi kararlılığı, partiler arasında işte yüzde 95'e varan bu konsensüsü devam ettirdiğimiz sürece sonuç alırız. Hep söylediğimiz şey, Terörsüz Türkiye, Allah'ın izniyle terörsüz bir bölgeyi de doğuracaktır. Bunun için de Türkiye'nin komşuları başta olmak üzere dışarıdan da bu sürece destek veren unsurların olduğunu biliyoruz. Hep beraber bunu, bir bölgesel kardeşlik projesi haline dönüştürmemiz lazım.

SORU: Silah bırakma tescil ve tespit edildikten sonra yasal düzenleme yapılacak dediniz. Bu konuda süreç nasıl işleyecek? O tespit ve tescil nasıl yapılacak?

Bunlar tabii işin teknik tarafı. Bunu yapacak olan biz değiliz, bunu yapacak olan ilgili birimlerdir; Milli İstihbarat Teşkilatı, Milli Güvenlik Kurulu esası itibarıyla. Türkiye'nin en üst güvenlik kurulu olarak Milli Güvenlik Kurulu'nda bu konu ele alınır ve Milli Güvenlik Kurulu eğer bu tespitleri yapar ve bunu da ilan ederse burada çok önemli bir mesafe aşılmış olur.

Cevdet Yılmaz’dan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’a yönelik hakaretlere sert tepki

Yasa hazırlama faslı ise… Arkadaşlara da anlatıyorum, yasa hazırlamak kolay, oturursunuz, bütün partilerden temsilciler gelir, bir ortak alan oluşur ve inanın ki hele hele partiler anlaştıktan sonra parlamentoda 3-5 günde istediğiniz yasayı çıkarırsınız. Mesele yasa hazırlığından ziyade, yasa hazırlığından önceki sürecin iyi olgunlaştırılması, başından beri söylediğimiz kamuoyunun da bu konuda hazır hale gelmesinin temin edilmesidir.

SORU: İmralı’ya komisyondan bir heyet oluşturulup gönderilmesi fikri tartışılıyor. Bu konuda sizin beklentiniz nedir, fikriniz nedir? Böyle bir adıma nasıl bakıyorsunuz?

Daha evvel de birkaç sefer bu konu komisyonda da bir şekilde gündeme geldi. Ama sürecin geldiği bu hassas noktada, “Silahları bırakıyorum” diyen ve örgütü yıllardır yönlendiren kişinin ne düşündüğüyle ilgili, zaten DEM heyeti üzerinden bu bilgiler ortaya konuluyor. Ama bu sürecin tamamlanması bakımından böyle bir adım atılabilir. Ama bu sürecin tamamlanması bakımından böyle bir adım atılabilir. Ama bu kararı verecek olan Meclis’teki komisyonumuzdur. Benim şahsi görüşüm burada önemli değildir. Çeşitli siyasi partiler bu konuda olumlu kanaatlerini ifade ettiler, ediyorlar. Kamuoyu önünde de ediyorlar. Eğer komisyon da böyle bir karar alırsa ona göre hareket edilir”

SORU: Bölgesel dinamikler de var dediniz bu sürecin bir boyutunda. İşte Suriye'yi tabii ki merkeze alabiliriz. Etnik ve mezhep çatışmalarına dikkat çektiniz. Şimdi hala örgütün Suriye'deki bağının devam edip etmediğini bilmiyoruz ve devam ediyor daha doğrusu, ama berraklaşmış değil. Örneğin Hakkari'deki bir askerimizi şehit eden kişi Suriye'deki yapılanmada aktif görev almış, bunu bütün gazeteci arkadaşlar, hepimiz de biliyoruz.

Artı, Amerikan Büyükelçisi Tom Barrack Suriye'de gevşek federasyona sıcak bakabiliriz diye bir cümle söyledikten sonra Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Sayın İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı Sayın Fidan da buna tepki gösterdi. Şimdi komisyonda bunlar ele alınıyor mu? Örneğin Suriye ile örgütün arasındaki ilişkiler bu sürecin neresinde? Bu tam anlamıyla bizim kafamızda soru işareti yaratıyorsa kamuoyunda hayli hayli bu soru işaretleri var. Bu konuda neler söylersiniz?

Bu konu, komisyonda çeşitli vesilelerle gündeme geldi. Özellikle bakanlarımızın komisyon ziyaretleri sırasında bu konular ele alındı. İmralı’dan gelen açıklama çok açık, net. Örgütün bütün bileşenleriyle birlikte silah bırakması telkin ve tavsiyesinde bulunuldu. Dolayısıyla bizim için örgütün tamamen kendini münfesih addettiği meselesi, bütün unsurlarıyla birlikte silah bırakmasıyla da yakından ilgilidir. Bunun için Türkiye ilk andan itibaren Suriye'deki yeni yönetimle oradaki YPG unsurlarının süratle anlaşmaları için tavsiyelerini, telkinlerini yapmıştır, yapmaya devam ediyor. Orada beklentimiz, süratle 10 Mart mutabakatına uyulması, YPG'nin yasal, legal bir unsur olarak eğer Suriye yönetimiyle anlaşıyorsa, bu anlaşmalarını tamamlıyorsa, onu yapması ve artık nasıl PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıyorsa, onun yan kolu olan PYD, YPG'nin de bizim açımızdan da özellikle Suriye yönetimi bakımından da artık bir terör örgütü olmaktan çıkarılması gerekir. Süreci devletin bütün kurumları yakinen takip ediyor. Tabii ki devletin bütün güvenlik önceliklerine de hiçbir şekilde taviz vermeden hem Irak'taki hem Suriye'deki gelişmeler yakinen takip ediliyor. Türkiye'de yürütülen sürecin, Türkiye'nin güvenliğine asla zarar verecek bir yöne doğru çekilmesine de herhalde Türk Devleti müsaade etmez.

SORU: Meclis’ten çıkacak raporda çatışmasızlığı devam ettirecek ceza yasası, infaz yasasıyla ilgili mi öneriler olacak? Meclis raporunda sosyal politikalara dair öneriler, tavsiyeler gelecek mi?

Tekraren söylüyorum, raporun nasıl çıkacağını bilmiyorum. Şunu biliyoruz. Bütün çatışma çözümlerinden öğrendiğimiz, işin bir negatif barış kısmı, bir de pozitif barış kısmı var. Yani öncelikle silahların bırakılması, artık terör ve çatışma ortamının ortadan kaldırılması dediğimiz negatif barış kısmı. Ama bununla birlikte bundan daha önemli olan, daha kalıcı sonuçlar doğuracak olan, terörü ortaya çıkaran sebeplerin ortadan kaldırılmasıdır. Bunların içerisinde sosyal politikalar da var, bunların içerisinde bölgesel kalkınma ile ilgili konular da var, bunların içerisinde hak ve özgürlüklerin genişletilmesi var, demokratik standartların yükseltilmesi var vesaire. Dolayısıyla burada sadece silahların susturulması ve bir örgütün feshedilmesi meselesiyle ilgili bir süreç değil, bu işin bundan çok daha önemli olan kısmı ise pozitif barışı tesis edecek adımların atılmasıdır.

Arkadaşlara hep şunu söylüyorum. PKK elindeki bırakın ağır silahlarını, son tabancasını bile getirdi, teslim etti… Eğer terörü ortaya çıkaracak nedenler hala ortada duruyorsa, bugün bunlara bu silahları verenler, yarın çok daha güçlü silahları verirler, çok daha kuvvetli silahları verirler; bu örgüt olmaz ama başka bir örgütü yine Türkiye'nin başına bela ederler. Dolayısıyla burada akıl etnik kimlikler üzerinden ve mezhep, meşrep kimlikleri üzerinden, yani bizim milli birliğimizin esas unsurları olması gereken farklılıklarımız üzerinden ayrıştırıcı siyaset yapmaya imkan bırakmayacak şekilde, ortamı iyileştirmemiz lazım. Bu pozitif barışı sağlayacak olan esas yönelim burasıdır ve buradan da Türkiye, bu kadar büyük tecrübelerinden sonra Allah'ın izniyle çok olumlu sonuçlar alır.

SORU: Mithat Sancar konuğumdu. Türkiye'deki sürecin çok hızlı tamamlanması gerektiğini, yani ifadesi farklı olabilir ama YPG konusunun ayrıca değerlendirilmesi Suriye'deki sürece bağlı olarak şekilleneceği, bunları birbirine karıştırdığımızda bunun sürece zarar verebileceğini ima eden bir şey söyledi. Siz bu meseleyi böyle iki ayrı konu gibi değerlendiriyor musunuz?

Bir de tamamıyla terör örgütü silahları bıraktıktan sonra komisyon kurulacak gibi bir yaklaşım vardı, sonra komisyon kuruldu. Tekrar şöyle bir ifadeniz oldu. Yasal düzenlemelere geçiş örgüt tamamen silah bıraktıktan sonra olacak şeklinde anladım. Bu bir kırmızı çizgi midir? Çünkü DEM Parti'de bu süreç içerisinde birtakım yasal düzenlemelerin, özellikle örgütte silah bırakmış olanların affı konusunda bir talep ve beklenti var. Tamamen silah bırakmadan gibi anlıyoruz biz onu. Böyle bir kırmızı çizgi var mı?

Burada bu tür tartışmalar, aslında herkesin kendi politik alanını tahkim ederek yol açmasıyla ilgili bir şey. Onun için başından beri diyoruz ki bu mesele bir bisiklete binmek gibi. Tek ayağınızla bisikleti çeviremezsiniz. Yani bütün bu yasal düzenlemeler yapılsın, ondan sonra örgüt üzerine düşeni yapsın, böyle bir şey olmaz. Dolayısıyla herkes üzerine düşeni yapacak. Herkes bu süreçte kendisinden beklenilenleri yapacak. Biraz fazla atacak, biraz geriden gelece bu ayrı bir konu, ama sonuçta tek ayakla bisiklet süremezsiniz, iki ayağın birden çalışması lazım. Şimdiye kadar iki ayağın da iyi kötü, işte zamanlama şöyle oldu, böyle oldu bunların hepsi çok detaydır. İşte İmralı'ya gidildi gidilmedi bunların hepsi detaydır. Sonuç itibarıyla şimdiye kadar iş, belli bir noktaya kadar geldi.

Şimdi içeride PKK'nın bitirmesi ve dışarıda PYD-YPG meselesi... İşte biz onun için terörsüz Türkiye, terörsüz bölge diyoruz. Yani Türkiye'de terörü tamamen bitirdiniz ama Suriye'de ve Irak'ta, hatta daha gidin Lübnan'da terör devam ederse bunun Türkiye'ye negatif etkileri kaçınılmazdır. Dolayısıyla Türkiye bu çabayı sürdürürken mutlaka Suriye'de ve Irak'taki terör yapılanmalarının ortadan kalkmasıyla ilgili taleplerini mutlaka zaten konuşacaktır, tartışacaktır. Bu çerçevede Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle çok yakın ilişkiler içerisinde bu konu konuşuluyor. Şimdi Suriye'de yeni bir tablo var. Burada da zaten Suriye Cumhurbaşkanı Şara, YPG ile görüşmeler yapıyorlar.

Bizim beklentimiz ne? Bir an evvel YPG, PYD orada devletin resmi unsurlarına entegre olsun. Yöntemde farklılıklar olabilir, teklifler farklı olabilir. Bunları müzakere edecek olanlar tabii ki Şara’yla, daha doğrusu Suriye Merkezi Yönetimi ile oradaki yapılanmadır. Ama oradaki yapılanmanın varlığı ve bunun ayrı bir terör yapılanması olarak durması, biz içeride istediğimiz kadar terörü bitirirsek bitirelim, istediğimiz tam sonucu bize sağlamaz. Bunu biliyoruz.

SORU: Politik tahkimattan bahsettiniz. Herkes kendi alanını tahkim ediyor dediniz. Anayasal haklar ve özgürlükler noktasında özellikle DEM cephesinden açıklamalar gelmeye devam ediyor. Bu biraz geçmişteki süreç yönetimleriyle kıyaslanıyor. Yani oralara göndermeler yapılıyor. Siz çok farklı, çok tarihi bir komisyon olduğundan ve süreç olduğundan bahsettiniz.

Özellikle şehit aileleri başta olmak üzere belli hassasiyetlere sahip grupların da bu süreçle ilgili çeşitli şüpheleri, ihtiyatları var. Onları da anlamak gerekir noktasında beyanlarınızın olduğunu biliyoruz. Fakat tam tersii bu hassasiyetlerini dile getirenlerle ilgili karşı taraftan süreci sabote ediyorlar, işte bu sürece zarar verir, o sizin sözünü ettiğiniz politik tahkimat kısmını desteklercesine sürekli bu cümleleri sloganlaştırarak kurmaya başladıklarına tanıklık ediyoruz. Dolayısıyla en ufak bir hassasiyet söyleminde, endişesinde; bu sürece zarar verir, bunu aman dikkatli kullanalım, dikkatli konuşalım, dikkatli yazalım demek ne kadar doğru, yoksa herkes kendi fikrini, aklındakini dile getirmeli, söylemeli mi? Bisiklet örneğiyle de bu örtüşmüyor mu?

Aşağı yukarı siyasi hayatı boyunca Kürt meselesiyle özellikle ilgilenmiş olan, bu konuda konuşulanları yakından dinlemiş, takip etmiş, bu konuyla ilgili görüş beyan etmiş birisi olarak şunu söylerim. Bu meseleyle ilgili ne dün ne bugün eksik bırakılan bir söz yoktur. Herkes kendisi bakımından söylemesi gerekenleri söylemiştir. Zaman içerisinde söyleyecektir. Zaten demokrasi bu. Yani herkes aynı şeyi isteyerek aynı sözleri söylemiş olsa zaten farklı eğilimler ortaya çıkmaz, dolayısıyla herkes kanaatini söyleyecek. Başından beri bizim söylediğimiz, şehit ve gazi yakınlarını dinlediğimiz toplantıda da açıkça söylediğimiz şey, şehitlerimizin ruhunu muazzep edecek, gazilerimizi rahatsız edecek hiçbir adımı atmayız, bunun atılmasına müsaade etmeyiz. Buradaki hassasiyet şudur. Hiç kimse, ben senden daha çok vatanseverim duygusu içerisinde hareket etmesin. Komisyonda olan arkadaşlarımızın, bütün siyasi partilerin, farklı bütün siyasi kanaatlerin hepsinin hakikaten vatanın hayrına, milletin hayrına sözler söylemek için gayret sarf ettiğine inanıyoruz. Dolayısıyla burada herkes ortaya fikirlerini söyleyecek.

Bu kırmızı çizgiler meselesi de benim siyasi hayatım boyunca hiç tasvip etmediğim bir şeydir. Birtakım kırmızı çizgiler olur ama bu kırmızı çizgiler ne kadar geneli kapsayan kırmızı çizgiler olursa o kadar başarılı olur. Devletin bölünmezliği, vatanın bütünlüğü, milletin kardeşliği, tarihsel köklerimizin ortaklığı, gelecek hedeflerimizin benzerliği, ortaklığı, aynı kadere sahip olmamız… Ya vallahi kırmızı çizgi istiyorsak alın çizin buradan kırmızı çizgileri. O zaman bu kırmızı çizgilerin içerisinde hemen hemen toplumun, kastı mahsusla vatan haini olanların dışında toplumun büyük kesimi bunun içinde kalır. Dolayısıyla hele böyle zor konularda biz asgari müştereklerde değil, azami ortaklıklarda bütünleşmek zorundayız. Bu süreç böyle bir süreç olarak yürümeli. Ümit ederim ki iyi bir noktaya doğru gidiyor.

Şimdi çok duygulandığım bir sahneydi ikinci toplantımız. Gazi bir arkadaşımız, genç bir arkadaş. Konuşmasının bir yerinde çok heyecanlandı, duygulandı. Siz de belki takip ettiniz. Takma gözünü çıkardı. Avucuna aldı gözünü. Ben hakikaten ağlamamak için kendimi tutuyorum. Benim bir gözüm yüzde 30, öteki de yüzde 30 görüyor. PKK ile çatışmada benim can kardeşim kucağımda şehit oldu. Ben gözümü kaybettim, öteki gözümde de görüyorum, görmüyorum. Ama vallahi bu süreç bitsin, bir daha hiçbir kimse şehit olmasın, hiçbir gazimiz olmasın, ben sonuna kadar bütün varlığımla, benliğimle buna destek veriyorum dedi. Bu fevkalade önemli bir tablodur.

Cumartesi Annelerinden bir hanımefendi, babasının çok küçük yaşta Avcılar’da evlerinin önünden kaçırıldığını ve 15 yaşından itibaren babasının izini sürmek için hayatını devam ettirdiğini, yaşadıklarını anlatarak hatta köylerinden nasıl uzaklaşmak zorunda kaldıklarını, dedesinin namaz kılarken seccadede nasıl kurşunlanarak öldürüldüklerini anlattı. Diyor ki bunları ben yaşadım ama mutlaka barışı sağlayalım, artık bu ülkenin hiçbir insanının burnu kanamasın. Şimdi acıları yarıştırarak ya da acıların tarihçesi üzerinden mücadele ederek Türkiye bir yere varamaz. Daha fazla acının yaşanmaması, Türkiye'nin bu bölgede güçlü, büyük bir ülke olarak ileriye gitmesi, kurulan oyunların muhatabı olan bu ülke değil, oyun kurucu bir ülke haline gelebilmesi için bu terör meselesini inşallah bir kenara koyacağız. Bunun için herkes fikrini söyleyecek ama sonuçta dediğim gibi azami ortaklıklarımızı kurarak yolumuza devam edeceğiz.

SORU: Komisyonun önümüzdeki raporu hazırlaması için öngördüğünüz, tabii ki silah bırakmayı esas olarak alacağınızı söylediniz, bir takvim var mı? Yeni bilgiler çerçevesinde de böyle bir rapor en azından edineceğinizi ifade ettiniz siz de. Bu sürecin kısa tutulmasının önemine binaen soruyorum, ne kadarlık bir takvimi öngörüyorsunuz siyasi olarak?

Raporun hazırlanacağına ilişkin bütün partilerin bilgisi var. Bazı partilerin hazırlığı var. Biliyorsunuz 31 Aralık’ta komisyonu bitirmek için en başta tüzüğümüzü öyle kurmuştuk. Benim zihnimden geçen ekim sonu bitirmekti ama biraz gecikecek, öyle görünüyor. Kasım sonu gibi inşallah iş şekillenmiş olur.

SORU: Komisyondan bir grup milletvekilinin İmralı'ya gideceğinin konuşulduğu Salı’ydı sanırım… Çarşamba akşamı sizin grup başkanvekilleriyle buluşmanız sonrası biraz da ketum bir açıklamayla bir hafta ertelendiği duyuruldu. Teknik sebep dendi CHP tarafından. Sizin Meclis Başkanlığı herhangi bir gerekçe bildirmedi. Böyle bir ketumiyet olunca da speküle edildi. Komisyon üyelerinin bir yasal zırha mı ihtiyacı dile getirildi de bu halledildikten sonra mı bu işler ilerleyecek? Bu konudaki dediğim gibi yanlış bilgileri doğrulamak için direkt size sormak isterim.

Tamamen teknik sebeplerle bu hafta perşembe yapacağımız toplantıyı erteledik. Bir bakan arkadaşımız yurt dışında olacağı için toplantıyı yapmadık. Önümüzdeki hafta İçişleri Bakanımızı, Milli Savunma Bakanımızı ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanımızı dinleyeceğiz. Öyle görüyorum ki son dinleme faslıdır bu. Eğer ilave yeni bilgileri olursa sonra yine komisyon bilgilendirilir. Dolayısıyla tamamen teknik bir sebepten dolayı bu erteleme yapılmıştır.

Şunu söyleyeyim. Demirden korkan trene binmesin. Bu, Türkiye'nin en zor konusu. Tabi ki burada herkesin söylediği söz sadece kendisinin bugününü değil, bütün geleceğini de şekillendirecek. Ama eğer bu konuyla ilgili komisyon bir gereklilik görürse onunla ilgili de daha evvelki süreçlerde olduğu gibi birtakım düzenlemeler yapılabilir. Bunu da tabii kararını komisyon verecek.

SORU: MHP tavrını net olarak ortaya koydu ve Sayın Bahçeli süreci başlatan veya devam ettiren kişi olarak da İmralı'ya gidecek olan heyete vekil vereceğini söyledi. DEM Parti'nin durumu malum. Bu konuda diğer partilerden herhangi bir olumlu görüş oldu mu size? Buna ek olarak, İmralı'ya gidecek olan heyetin bundan sonra sürecin içerisindeki rolü ne olacak?

Kimler gidecek, gitme kararı verilecek mi önce o karar verildikten sonra kaç kişi olacak… Belki çok kalabalık olmayan belki bir grupla parti yönetimleri, parti grupları birer temsilci verebilir, bunları bilmiyoruz. Ama sonuç itibarıyla İmralı, bir ceza ve infaz kurumu… İmralı ceza ve infaz kurumuna daha önce DEM Parti'den milletvekili arkadaşlarımız çok kez gitti. Ayrıca kendi avukatları ve yakınları çok kez gitti ve oradan görüşlerini daha evvel de farklı vesilelerle dışarıya çıkarmış oldu. Bunların bir kısmı da bu süreçteki ilerlemelerimize kilometre taşı mesabesinde olan açıklamalar oldu. Dolayısıyla zaten gidilmemiş, görüşü alınmamış bir yerden bahsetmiyoruz. Türkiye'deki mevcut infaz düzenlemesi içerisinde hükümlülerle yapılabilecek görüşmeler kapsamında eğer böyle bir görüşme olursa, eğer komisyon buna karar verirse; yeni bir şey olmayacak, olan bir uygulamanın bir devamı şeklinde olacak. Tabi oraya gidenler de yaptıkları görüşmelerde önemli gördükleri hususları anlatırlar diye düşünüyorum. Yoksa hiç kimseye bir kere oraya gitti diye komisyonda ayrıcalıklı bir üyelik vasfı doğurmaz. Rutin, bu sürecin aslı buymuş gibi davranırsak ben sürecin bundan sonraki işleyişine zarar gelir endişesindeyim. Onun için işi rutini içerisinde, Türkiye'nin mevcut hukuk sistemi içerisinde olan uygulamaların bir devamı olarak görmek eğer yapılacaksa ve o şekilde icra etmek en doğrusudur.

SORU: Kafam bazı konularda çok net ama bazen de karışıyor. Netlik şurada. Bunun çözülmesi konusunda bir irade var ve herkes destek veriyor burada çok netiz. Ama kafamın karıştığı şeylerden iki şeyi hatırlatıp bir soru soracağım. Şöyle bir cümle kurdunuz ki işin rengi noktasıydı. Bu mesele Kürtlerle, Türkler arasında bir barış süreci değil cümlesini kurdunuz. Bu bir terör örgütünün tasfiye süreci dediniz. Şimdi bu benim için çok kritik. İşte burada kafam aydınlanıyor. Ama kafamın karıştığı yer, 27 Şubat’ta PKK’yla başlayan Abdullah Öcalan’ın yaptığı açıklamadan sonra en son DEM heyetinin, İmralı heyetinin İmralı’dan getirdiği mesajdaki çelişki.

Orada iki tane ifade var. Bunlardan bir tanesi, Türk-Kürt ilişkisinin bin yıllık iki sütun olarak bugüne geldiğini diyor, böyle bir tespitte bulunuyor. Sonrasında da arkasında da şöyle bir cümle söylüyor. Kürt olgusunun tüm boyutlarıyla cumhuriyetin yasallığına dahil edilmesi ve bunun için güçlü bir geçiş süreci temel alınmalıdır diye bir ifade kullanıyor. Biz 27 Şubat’ta kültüralizm dahil, federasyon dahil, coğrafya, ayrışma dahil hiçbir şey değil bu mesele diye bir açıklama gördük. Ne oldu da bugün böyle bir açıklamaya evrildi, Abdullah Öcalan’ın dili dönüştü? Siz bugün ısrarla Kürtlerle, Türkler arasında barış süreci değil bu mesele, bu terör örgütünün tasfiye süreci ifadesini kullandınız. Burada ben çelişi görüyorum ve burada tedirginleşiyorum. Bu tedirginliğim aslında biraz önce arkadaşlarımla söylediler, SDG’nin pozisyonu ve belki de bu bölgeye yeni bir Lawrence gibi gönderilen Amerikan Büyükelçisinin son dönemdeki açıklamalarının etkisi olmuş olabilir mi diye sormak istiyorum.

Siyasette en önemli şeylerden biri, empati yapmaktır. Amerikan Büyükelçisinden bahsettiniz. Ben Amerikan Büyükelçisi olsam burada Amerika’nın milli menfaatleri neyi gerektiriyor diye nasıl adımlar atarım onu düşünürüm öyle değil mi? Ki ona karşı cevap hazırlayabileyim, ona karşı adımımı atabileyim. Bir de bunun çok böyle bir gizli kapaklı olmadığını da son 25-30 yıllık uygulamayla görüyoruz. Bu bölgede hiçbir güçlü devlet istemezler, bu bölgede hiçbir ülkenin halkının tam manasında birlik ve beraberlik içerisinde olmasını istemezler. Bu bölgedeki hiçbir etnik yapının tamamıyla eşit bir hava içerisinde diğerleriyle entegre olmasını istemezler, bunu biliyoruz. Dolayısıyla, bizim de yapmamız gereken onların tam da istemedikleri şeyleri gerçekleştirmektir. Yani hak ve özgürlükleri geliştirmek, demokratik standartlarımızı yükseltmek, bölgedeki halklar arasında etnik ve mezhebi fitneyi ortaya çıkaran sebeplerin tamamıyla izole edilmesini temin etmek ve bunu da bir çerçeve içerisinde müzakere etmek, ortaya koymaktır. Burada çok şükür Türkiye sadece bölgesindeki ülkeler değil, çok geniş coğrafyalarımızdaki ülkelerin hiçbirisiyle kıyaslanmayacak kadar büyük bir demokratik olgunluğa sahiptir. Bu anlamda tereddüt etmeden başkaları ne yaparsa yapsın, biz kendi birliğimizi, beraberliğimizi ortaya koyarsak bunu da buradan sonuç alırız.

Örnek olsun diye söylüyorum. Meclis Başkanı olarak Diyarbakır Dicle Üniversitesinde konuşmamın hem içeriği itibarıyla hem en sonunda da el ele, gönül gölde hep beraber birlik içinde kardeş olalım manalarına gelen Kürtçe bir dizeyi okudum. Bazı çevreler bakımından bu büyük bir şey oldu. Bunu da Meclis’in sitesinden arkadaşlarımız yayınladılar. Baktım şimdiye kadar İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Rusça gibi lisanlarda Meclis Başkanlığı sitesinden yayınlar yapılmış. Birisi gelmiş ziyaret etmiş, jest olsun diye Rusça bir şey koymuşuz, işte Arapça bir şey koymuşuz. Şimdi ondan rahatsızlık duymayanlar, kendi komşusunun, kendi hısımının, kendi mahallesinde yaşayan insanın ana dilinden rahatsızlık duyuyor, bizim bu zihniyeti bir tarafa koymamız lazım. İnsanların kendi kültürünü, kendi geleneklerini her platformda rahat bir şekilde kullanmaları ayrı bir şey… Ben yıllardır söylüyorum, ana dili ana sütü kadar helaldir ama ana dilini bahane ederek ayrılıkçılık yapmak da haramdır. Türkiye’de resmi dil Türkçedir, Türkçenin dışında hiçbiri resmi değil zaten mevzu bahis olamaz. Ama insanlar kendi dillerini, kültürlerini geliştirsinler. Yani biz bunun üzerinden, ben hatırlıyorum İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nda sizler de hatırlarsınız, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın önünde ben polisle seyyar satıcılar arasında kovalamacaya çok şahit olmuş adamım, o zaman çocukluğumuzda, gençliğimizde.

Rahmetli Özal geldi, yasak denilen o Kürtçe türküler vesaireler serbest bir şekilde ortaya çıktı, hiçbir şey olmadı. Diyelim son 23 yıllık süreç içerisinde TRT Kürdi’den tutun da Kürtçenin şehirlere, ilçelere verilmesi, yaşadıkları yerlere verilmesi… Bunlar gerçekleştirildi. Ne oldu? Kıyamet kopmadı. Şimdi bu anlamda bizim bu ülkedeki vatandaşlarımızın psikolojik olarak, aidiyet duygusunu artıracak adımların atılmasında hiçbir beis yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yapısıyla ilgili, resmi diliyle ilgili, ilk dört maddeyle ilgili en ufak bir tartışma söz konusu değildir, olmamıştır ve bundan sonraki süreçlerde bu konu asla gündeme gelmeyecektir. Yani ne federasyon ne yeni bir resmi dil, vesaire böyle bir talebin mevzubahis olması bile düşünülemez. Türkiye’nin mevcut devlet yapısı içerisinde hak ve özgürlüğün genişletilmesi her zaman konuştuğumuz konudur.

SORU: Sürecin tüm taraflarını siz hem komisyonla hem çeşitli platformlarda dinlediniz. Bu kritik eşik diyebileceğimiz noktayı atlattık mı? Yani bu süreç akamete uğramadan bir şekilde tamamlanacak diye net bir bakışımız var mıdır?

İkinci sorum da şu. Geldiğimiz noktayı, 1 Ekim’den bugüne kadar geçen süreçte azı gitti çoğu mu kaldı, çoğu gitti azı mı kaldı?

Çok fazlası gitti, azı kaldı. Açık söyleyeyim. Bu sefer mutlaka başaracağız, bu sefer mutlaka kazanacağız. Söylemeye devam ediyorum, bir kez daha burada söyleyeceğim. Ya biz kazanacağız ya emperyalizm kazanacak. İş bu kadar açık bir noktadadır.

SORU: İlk günden beri, yani ekim ayını siz aslında başlangıç olarak ifade ettiniz. Hep bir önceki… Ben de “bir önceki” ifadesini kullanıyorum, aslında doğru olmadığını anlıyoruz ama karşılaştırma böyle yapıldığı için… Çözüm süreci dönemiyle bugünü hep karşılaştırıyorlar. Bu karşılaştırmayı siz doğru buluyor musunuz, bir benzerlik var mı? Orada neden biz neticeye ulaşamamıştık? Buradaki neticeye çok yakın olduğumuzu bir önceki döneme bakarak nasıl söyleyebiliriz?

Geçen süreci de aşağı yukarı neredeyse her gününü hatırlayan, bilen birisi olarak söyleyeyim. Çok büyük farklılıklar var. Her şeyden evvel üzülerek ifade ediyorum, o dönem içerisinde devlet adına bu süreci yürüten kurumların neredeyse tamamı FETÖ’cülerin yönetimindeydi, onların etkisi altındaydı. Habur’daki provokasyonun nasıl ve kimler tarafından yapıldığını gayet iyi biliyorsunuz. Oslo’daki müzakerenin daha mürekkebi kurumadan yine Milli İstihbaratın içerisindeki elemanlar tarafından servis edildiğini biliyorsunuz. İşte o anlaşmanın yapılmasından iki üç gün sonra Fransa’da üç PKK’lının infaz edildiğini, bunu infaz eden adamın da sonradan yakalanarak cezaevine konulduğunu ve cezaevinde öldürüldüğünü biliyorsunuz. Yani bir siyasi irade bunun olmasını istiyordu ama devletin içinde de yuvalanmış başkalarına ait bir siyasi irade bu işin olmamasını istiyordu.
Bu sürecin en önemli hususu, Sayın Devlet Bahçeli’nin yolu açması, arkasından Sayın Cumhurbaşkanımızın bunu elini taşın altına koyarak bir devlet politikası haline getirmesi ve bütün partilerin sahiplenmesiyle birlikte şu anda süreci başından beri yürüten devlet kurumlarının tamamı siyasi iradenin emri altındadır. Yani hiçbirisi siyasi iradenin bilgisi altında herhangi bir adım atmıyor. Bu, Türkiye için önemli bir kazançtır. Siyaset ilk sefer bir konu etrafında, çözüme ilişkin kanatları farklı olabilir, ama bu sorun çözülsün diye siyaset ilk sefer ortak noktada duruyor bu fevkalade değerlidir. O geçmiş çözüm denemeleri sırasında siyasetin daha işin başından itibaren bu işi bir siyasi manevra alanına döndürdüğünü çok çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla, bunları görmek lazım.

Ayrıca Suriye’den vesaire falan bahsediyoruz ama en azından şimdilik ilanihaye böyle devam eder, etmez bilmiyorum ama bölgesel aktörlerin önemli oranda Türkiye’yi dışlayarak herhangi bir çözüm bulamayacaklarını biliyorlar. Bunun da bizim için artı olduğunu düşünüyorum. Ümit ederim elimizi hızlı tutarak, çabuk tutarak devam edeceğiz ve sonuç alacağız. Ben de hakikaten yakın bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Bu şu manaya gelmiyor. Herhangi bir provokasyon olmaz, olur onlara karşı da tedbirli olacağız.

SORU: Şimdi sürecin taraflarından birisi baldıran zehri içmişçesine sessiz, sakin seyrediyor. Diğer tarafta, aynı sessiz ve sakinlik yok. Sizin Başkanı olduğunuz Mecliste “Biji Apo, Biji Serok Apo” sloganları atıldı Meclis koridorlarında. Kısa bir süre sonra da Diyarbakır şehrimizde terörist başının fotoğraflarıyla yine benzer sloganlar atıldı. Bunlar süreci sabote girişimi değil midir? Yol kazası değil midir? Bunlar için ne tedbir alınacak?

İkinci sorum, Devlet Bahçeli’nin süreci başlatırken ki konuşmasında bir umut hakkı ve dahası terörist başı Öcalan’ın gelip DEM Grubuna başkanlık etmesi, Meclis grubunda konuşma yapması çağrısı vardı. Bu mümkün olacak mı bu süreç sonunda?

Meclis’te o sloganların atılması, Diyarbakır’da başka yerlerde, gerçekten milletin kahir ekseriyetinin rahatsızlık duyduğu eylemlerin ortaya konulması, açık söylüyorum provokasyondur.

Başından beri biz bir şey söyledik, bu işin eğer bir altın oranı varsa Kürt’ün onurunu, Türk’ün gururunu koruyarak bu süreci tamamlamaktır.

Bizim devlet olarak Kürt halkıyla, Kürt’ün kimliğiyle vesaireyle hiçbir problemimiz, hiçbir sıkıntımız yok, hepimiz eşit, özgür yurttaşlarız. Tam bunu söylüyoruz bir gün sonra Diyarbakır’da o rezalet ortaya çıkıyor. Üç beş tane adam orada ağıza alınmayacak sözler söylüyor. İçişleri Bakanlığı da gereğini yerine getirdi. O sloganları atanların hepsi tutuklandı, elebaşları tutuklandı. Dolayısıyla bir taraftan bu tür şeylere provokasyonlara karşı uyanık olacağız, bir taraftan da devlet olarak üzerimize düşen sorumlulukları yapacağız. Ancak o şekilde bu süreç ilerletilir.

SORU: Umut hakkı kaldı efendim.

Henüz öyle bir konu gündemde yok, yani komisyonun gündeminde yok.

SORU: Bu sürecin yürütülmesi ve yönetilmesinden sonra PKK’nın silahsızlandırılması… Bunu kim denetleyecek mesela? Şimdi az önce bir cümle söylediniz, ama sizin fikrinizi de bu konuda merak ediyoruz. MGK eliyle, Milliyet İstihbarat Teşkilatı’nın denetimiyle MGK eliyle de sürecin denetlenmesi, aşamalarının kontrol edilmesi. Çünkü Türkiye’de buna uygun bir hukuki zemin teknik olarak MGK dışında herkesin mutabık olacağı bir zemin yok gibi görünüyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?

Bunun kontrolü güvenlik birimleri tarafından zaten yapılıyor, sürdürülüyor. Sürekli raporlamalar ortaya konuluyor. Hem Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde hem Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesinde, belli yerlerde jandarmanın kontrolünde bu raporlamalar yapılıyor. Sonuçta bu raporları ortaya koyduklarında, “Evet, örgüt kendisini feshetmiştir” kanaati bu birimler tarafından ortaya çıkarsa bunun bir yerde tespit edilmesi lazım. Türkiye’de de devletin en üst güvenlik mercii, Milli Güvenlik Kurulu’dur. Milli Güvenlik Kurulu’nda bu konu tartışılır ve Milli Güvenlik Kurulu, PKK’nın artık bir silahlı örgüt olmaktan çıktığı yönünde bir karar alırsa bu meselenin hukuki zeminini tahkim etmiş olur. Benim kanaatim de böyledir.

{ "vars": { "account": "G-E1EN649QR9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }