MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında iç ve dış siyasete ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
Birlik ve beraberlik çağrısında bulunan MHP Lideri Bahçeli, “Terörsüz Türkiye hedefi, son yüzyıl içinde yakaladığımız en önemli ve tarihî fırsatlardan birisi, belki de birincisidir. Bu kapsamda ülkemizin makus talihi değişecek, üzerimizde hesap yapan mehnus ve menfur emeller boşa düşecek, Türk milleti göz alıcı ve aynı zamanda kalıcı bir bahar havasına kavuşacaktır. Terörü siyasî nema olarak kullanan, sözde vatansever ve milletsever pozlar veren fesat ve nifak yuvaları Allah’ın izniyle çöküp gidecektir. Niyet hayırlıysa inşallah netice de hayırlı olacaktır" ifadelerini kullandı.
Siyasi tartışmalara da değinen MHP Lideri Bahçeli, "Suyu bulandırmaya çalışanların suçlayıcı ve küstah siyasî tavırları, milletimiz nezdinde hükümsüz ve itibarsızdır. Bir devlet politikası hâline gelen Terörsüz Türkiye hedefini baltalamak için devreye giren, iyi kisvesiyle dalevereye heves eden siyasî devşirmelerin, devlet–millet kenetlenmesini anlayacak kadar aklî ve fikrî seviyeleri elbette yoktur.” dedi.
MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin konuşmasının tam metni ise şöyle:
Bu haftaki olağan Meclis grup toplantımıza başlarken yüksek heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda huzurlu ve güvenli bir hayatın mücadelesini veren bütün kardeşlerimize kalbi selamlarımı iletiyor, alayını birden hasret ve muhabbetle bağrıma basıyorum.
Tam bir hafta önce hepimizi yasa boğan, milli yürekleri acıyla dağlayan, gözyaşlarını sel olup akıtan elim bir uçak kazası yaşadık.
Türk Silahlı Kuvvetler envanterine kayıtlı C-130 tipi bir askeri kargo uçağımız, 11 Kasım 2025 tarihinde Azerbaycan’ın Gence şehrinden Türkiye’ye gelmek üzere havalandıktan bir müddet sonra Gürcistan hava sahasında maalesef düşmüştür.
Azerbaycan’ın 8 Kasım Zafer Bayramı Günü münasebetiyle uçuş yapan F-16’ların bakım ekibinin yanı sıra uçağın mürettebatıyla beraber 20 kahramanımız görev dönüşünde şehadete yürümüşlerdir.
Gerçekten de üzüntümüz taşkın ve tarifsizdir.
Hava Pilot Yarbay Gökhan Korkmaz,
Hava Pilot Binbaşı Serdar Uslu,
Hava Pilot Binbaşı Nihat İlgen,
Hava Uçak Bakım Üsteğmen Emre Mercan,
Hava Pilot Üsteğmen Cüneyt Kandemir,
Hava Uçak Bakım Astsubay Kıdemli Başçavuş Nuri Özcan,
Hava Uçak Bakım Astsubay Kıdemli Başçavuş Ümit İnce,
Hava Uçak Bakım Astsubay Başçavuş Hamdi Armağan Kaplan,
Hava Uçak Bakım Astsubay Başçavuş Burak Özkan,
Hava Uçak Bakım Astsubay Başçavuş İlker Aykut,
Hava Uçak Bakım Astsubay Başçavuş Akın Karakuş,
Hava Uçak Bakım Astsubay Başçavuş Emrah Kuran,
Hava Uçak Bakım Astsubay Başçavuş Ramazan Yağız,
Hava Uçak Bakım Astsubay Üstçavuş Emre Altıok,
Hava Uçak Bakım Astsubay Üstçavuş Berkay Karaca,
Hava Uçak Bakım Astsubay Üstçavuş Burak İbbiği,
Hava Uçak Bakım Astsubay Üstçavuş İlhan Ongan,
Hava İkmal Astsubay Kıdemli Çavuş Ahmet Yasir Kuyucu,
Hava Ulaştırma Uzman Çavuş Cem Dolapçı,
Hava Ulaştırma Uzman Çavuş Emre Sayın.
Bu kahraman vatan evlatlarının şerefli isimleri milli gönüllere kazınmış, geride bıraktıkları aileleri ise hepimizin namusuna emanet edilmiştir.
Her birisinin ayrı hikayesi, her birisinin ayrı beceri ve kabiliyeti vardı.
Hem asker olarak hem uzmanlık alanlarında iyi yetişmişlerdi.
Hepsi de milletimizin tertemiz sinesinden doğan yüzleri kavruk Anadolu çocuklarıydı.
Al bayrağa sarılı naaşları 17 ilimizde gözyaşlarıyla toprağa verildi.
Tabutlara sarılan şehit çocukları, vatan sağ olsun diyen şehit babaları, dizlerine vuran şehit anaları, yarım kalmış hayalleriyle boynu bükük şehit eşleri içimize kor gibi düştü.
Onlar faziletle ve fedakârca mücadele ettiler.
Türk milletinin göklerdeki parlayan yıldızı oldular.
Şimdi de ilahi rahmet ve mükafatla cennete gittiler.
Yirmi kahraman şehidimizin her birisine, ayrıca Orman Genel Müdürlüğü’nün Hırvatistan’da düşen uçağında şehit olan görevli pilotumuz Hasan Bahar’a Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum; muhterem ailelerinin, mesai ve silah arkadaşlarının, elbette büyük Türk milletinin başı sağ olsun diyorum.
C-130 tipi kargo uçağımızın nasıl ve niçin düştüğü, bu elim olayın geri planındaki esrar perdesi kuşkusuz aydınlanacak, bütün ihtimaller dikkatten ve gözden kaçırılmadan incelenecektir.
Kaldı ki talep ve beklentimiz de budur.
Fakat şu hususu da söylemeden geçemeyeceğim;
Askeri kargo uçağımızın düşmesi kamuoyuna yansımasından hemen sonra bilhassa sosyal medya vasıtasıyla yapılan maksatlı ve marazi yorum ve değerlendirmelerin iyi niyetten mahrum olduğu çok açıktır.
Karanlık mahfillerce üretilen dezenformasyon kampanyasının nerelere kadar uzandığı, nasıl bir yalan ve iftira düzeneğinin harekete geçirildiği her türlü izah ve ifadeden varestedir.
Resmi açıklamayı öğrenme zahmetine tenezzül etmeden fiili kaza-kırım heyeti gibi yayın ve yorum yapanların, oturdukları yerden bilirkişilik taslayanların cehil cüretkârlıkları saklanamayacak düzeyde ortadadır.
Arama kurtarma çalışmaları yapılıyorken bile milletimize devamlı yalan yanlış malumatları servis edenlerin insanlıklarından dahi şüphe duyulmalıdır.
Esasen amaç üzüm yemek değil bağcıyı zorda bırakmaktır.
Kara günümüzde, acının en ileri derecesinde, şehitlerimizin ocaklara düşen ateşinin hepimizi yaktığı bir dönemde spekülasyon değirmenine su taşıyanlar, neredeyse kesin hükme varanlar Türkiye aleyhtarı çevrelere kuklalık yapmak dışında bir işe yaramayan utanmazlardır.
Askeri kargo uçağımız düştü mü yoksa düşürüldü mü? Sorusunun cevabı, ya da düştüyse buna neden olan amillerin nelerden ibaret olduğu, yok eğer dış bir müdahaleyle düşürüldü ise fail mihrakların hüviyetleri elbette belirlenecek, ona göre de bir eylem planı inanıyorum ki temin ve tertip edilecektir.
Zorlu ve sıkıntılı günleri devlet ve millet aleyhine bir dedikodu furyasına çevirenlerin maskeleri ümit ediyorum ki indirilecektir.
Devletimize güven ve itibar asıldır.
Milletimize doğru ve isabetli bilgiler vermek, komplo teorilerine kapalı durmak ahlaki bir mükellefiyettir.
Kara kutunun deşifre edilmesine eş zamanlı olarak kaza-kırım heyetinin rapor formatında hazırlayacağı çalışmalarının sonuçlanmasını sabırla beklemek lazımdır.
Allah’tan niyazım, milletimizi ve devletimizi görünür görünmez kaza, bela ve her türlü afetten sonsuz kudretiyle muhafaza etmesi, rahmet ve himayesini üzerimizden esirgememesidir.
Muhterem Arkadaşlarım,
Türkiye, birbirine eklemlenerek ilerleyen güçlü adım ve atılımlarla feleğin çemberini kıracak, yeni yüzyıla Türk milletinin mührü vurulacaktır.
Geçmişten duyacağımız bir pişmanlık, gelecekten dolayı da herhangi bir endişemiz yoktur ve olmamalıdır.
Kültürel zenginliğimiz, sosyal sermayemiz, beşeri cevherimiz, ekonomik direncimiz, politik mukavemetimiz, demokrasi müktesebatımız, diplomatik enginliğimiz, hepsinin de fevkinde milli birlik, kardeşlik ve dayanışma kararlılığımız ülkemizin mukayeseli ve stratejik üstünlüğünü resmetmektedir.
Karamsarlığı devamlı ve sistemli biçimde aşılayanların önünde iman ve irade kuvvetimizle durmaktan başka seçeneğimiz yoktur.
Daha iyi, daha huzurlu, daha güvenli, daha kaynaşmış, daha kucaklaşmış, daha müreffeh, daha gelişmiş ve çok daha yükselmiş bir Türkiye tablosu hepimizin ortak sorumluluğudur.
Bu mühim sorumluluğun icrası ve ikmali hususunda elimizden geleni yapmakla tarihe ve millete karşı önşartsız vazife üstlenmiş haldeyiz.
Korkuları canlı tutmak, iyimser havayı zehirlemek, umutları köreltmek, ön yargıları sürdürülebilir şekilde kışkırtmak için yeni mevziler arayan, uçurumlarla çevrili yolların temelini kazan kifayetsiz muhterislere karşı azami dikkat etmek zorundayız.
Terörsüz Türkiye hedefi, son yüz yıl içinde yakaladığımız en önemli ve tarihi fırsatlardan birisi, belki de birincisidir.
Bu kapsamda ülkemizin makus talihi değişecek, üzerimizde hesap yapan menhus ve menfur emeller boşa düşecek, Türk milleti göz alıcı ve aynı zamanda kalıcı bir bahar havasına kavuşacaktır.
Terörü siyasi nema olarak kullanan, sözde vatansever ve milletsever pozlar veren fesat ve nifak yuvaları Allah’ın izniyle çöküp gidecektir.
Niyet hayırlı, inşallah netice de hayırlı olacaktır.
Suyu bulandırmaya çalışanların suçlayıcı ve küstah siyasi tavırları milletimiz nezdinde hükümsüz ve itibarsızdır.
Bir devlet politikası haline gelen terörsüz Türkiye hedefini baltalamak için devreye giren, iyi kisvesiyle dalavereye heves eden siyasi devşirmelerin, devlet-millet kenetlenmesini anlayacak kadar akli ve fikri seviyeleri elbette yoktur.
Türkiye’nin bugünkü hassas ve nazik döneminde herkesin sorumluluk ruhuyla, uzlaşmaya yatkın davranış kalıbıyla ve üslup saygınlığıyla hareket etmesi yegane dileğimizdir.
Hep dediğimiz gibi, her şey Türkiye içindir.
“Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” anlayışı bizim siyasetimizin ana omurgasıdır.
Tarihin sararmış ve solmuş yapraklarından, araya araya bulup çıkardığımız nice acı veya parlak hatıranın ivmesiyle istikbalin yol haritasını çizmenin, istiklalimizi ve milli varlığımızı canımız pahasına korumanın derdindeyiz, peşindeyiz.
Tarih, geçmiş olayların pul koleksiyonu yapar gibi toplanmasıyla sınırlı gösterilemez, böylece de takdim ve teşhir edilemez.
Yayı ne kadar geriye çekersek oku o denli uzağa atmamıza benzer şekilde, ne kadar geriye bakarsak, o kadar uzağı görmemiz kaçınılmaz bir hayat ve tarih gerçeğidir.
Bildiğiniz üzere, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş köprüsü TBMM’dir.
Hazırlık ve mayalanma dönemi ise kongreler marifetiyle, yani demokratik yollarla icra edilmiştir.
Silah, siyaset ve stratejiye tutunmuştur.
Aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir seçim, temsil ve vekalet ağı üzerine kurulu bulunan ve katılımın esas alındığı kongre hareketleri Osmanlı İmparatorluğu’nun içine düşmüş olduğu derin bunalımın ancak demokrasi ile çözülebileceğini göstermiştir.
Kısaca temas etmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti bir demokrasi zaferi, mücadele bereketi, muazzam bir halk hareketidir.
Millet, devleşmiş, devletleşmiş, müstevli akınlarını devirmiştir.
Anlatmak ve açıklamak istediğim özetle şudur: Türk devlet felsefesine hangi açıdan bakarsak bakalım, devlet millettir, millet de devlettir.
Devlet, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
İkisini birbirinden ayırmak, ayrı ayrı değerlendirmek, zaman zaman da çatıştırmak fahiş bir yanlış olmanın yanı sıra, devlet umurunu ve onurunu hazmedemeyen nevzuhur demokrat yobazların handikap ve hüsranıdır.
Bu nedenle “Terörsüz Türkiye” hedefi mahut ve malum bir devlet politikası olduğu kadar milletin sarsılamaz, sakatlanamaz politik ve demokratik gayesidir.
Türkiye’nin politik sinir sistemini bozmanın peşinden gidenler, devlet-millet birlikteliğini budamanın peşin hayaliyle geviş getirenler çok derin hayal kırıklığı eşliğinde mahcup ve mağlup olacaklardır.
Terörsüz Türkiye, gülen çocukların, sevinen anaların, huzurlu gelinlerin, sabırla şükür arasında ömür geçiren ümitli babaların remzidir.
Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge, mazlumların gelecek ve gerçekleşecek olan güvenli ve güçlü hayatlarının bereketli membaıdır.
Yüze yüze kuyruğa gelinmiştir.
Çıktığımız sahilde gemiler yakıldığından geriye dönüş imkanı da kalmamıştır.
Bugün 17’inci toplantısını yapacak olan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu artık son düzlüğe girmiştir.
Hazırlanması gündemde olan, sınırları millet-devlet hassasiyet ve hükümranlık haklarıyla ihata edilmesi gereken yasal, hukuki ve demokratik çerçevenin önümüzdeki sürecin yol haritası olması hepimizin ortak kanaat ve kararıdır.
Bundan sonra İmralı’ya gidecek heyetin teşekkül ve tespitinin yapılması da muhtemeldir.
Günlerdir süregelen İmralı’ya gidilsin mi gidilmesin tartışmalarına bir nokta koyulmalıdır.
Dürüst ve samimi ölçülerde Terörsüz Türkiye hedefinin hayat ve zemin bulması isteniyorsa, İmralı’ya gidilmesine ayak sürümenin hiçbir manası da olmayacaktır.
Sürecin asıl muhataplarından birisiyle doğrudan temas kurulmayacaksa sonuç nasıl alınacak, ilerleme nasıl kaydedilecek?
Şayet Meclis’te kurulan komisyon bu çerçevede karar alamazsa, hiç kimse bu ziyarete yanaşmazsa, herkes üç maymunu oynamanın merakında ısrar ederse, açık açık söylüyorum; alırım yanıma üç arkadaşımı, kendi imkanlarımızla İmralı’ya gitmekten gocunmam, çekinmem, bir masa etrafında yüz yüze gelmekten de imtina etmem.
Karanlıkta göz kırpmam, ipe un sermem, söyleyeceğim ne varsa mertçe, özgüven içinde muhatabımın gözünün içine baka baka söylerim.
PKK’nın lağvedilmesinin hitamında bütün kanlı silahların ya teslimi ya da yakılması mukadder bir akıbet olarak önümüzde durmaktadır.
Suriye’de SDG/YPG’nin merkezi hükümetle entegrasyon müzakereleri, alınan mesafeler, bazı provokasyonların varlığına rağmen diyalogların günbegün makul bir çizgide seyretmesi kayda değerdir.
Suriye Cumhurbaşkanı’nın ABD Başkanı’yla gerçekleşen yapıcı ve olumlu görüşmesi barışçıl arayışları kamçılamasının yanında, 10 Mart Mutabakatının uygulanması için net mekanizmalar üzerinde uzlaşılması memnuniyet vericidir.
“Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge” hedeflerinin neresi kötüdür?
Mazisi 41 yılı bulan, esasen ideolojik feyzi 1,5 asra yaklaşan ağır ve silahlı bir musibeti ülke gündeminden tamamıyla çekip çıkarmanın yanlış olan yanı nedir?
İşkembeden sallayanları, takılmış plak gibi aynı ezberleri seslendirip duranları terörün bitişi niye rahatsız etmekte, niçin deliye çevirmektedir?
Ruhları vücutlarından başıboş gezen sipariş ve tasarlanmış milliyetsiz milliyetçiler, sorarım sizlere, terörün sona ermesiyle vasat bulacak şahlanmış Türkiye, tomurcuk tomurcuk açmış barış ve huzur neden uykularınızı bu kadar kaçırıyor?
Müzakere yokken, mütareke yokken, taviz yokken, teslimiyet yokken, gizli pazarlık yokken, hepsine birden var demek, sürekli çürük tahtaya çivi çakmaya kalkışmak manen, ahlaken ve vicdanen utanç duyulacak bir yüzsüzlük değil midir?
Huzurlarınızda “Terörsüz Türkiye” hamlesine karşı atılan elim ve şeni iftiraları hem red ediyor, hem de mefluç ve müflis muhataplarına misliyle iade ediyorum.
“Terörsüz Türkiye”nin mahsurlu olduğunu ileri sürenlere, sizin alternatifiniz, sizin politik vizyonunuz, sizin çağı ve yüzyılı okuyacak milli tasavvur ve teklifiniz nedir diye sormak en tabii hakkımızdır.
Boşa sallayıp dolu tutmanın kurnazlığında olan marjinalleşmiş siyasilerle ilgimiz ve işimiz olmaz, olamaz, olmayacak.
Elleri öpülesi ecdadımız Oğuz Kağan’ın asırlar öncesinden söylediği şu sözü de hiç aklımızdan çıkarmıyoruz, hiç kimsenin de çıkarmasını arzulamıyoruz.
“Siz birbirinizden ayrılırsanız, hepinizi ok gibi birer birer kırıp parçalarlar. Oysa birlik olursanız, hiçbir güç sizi yıkamaz, kıramaz.”
Birliğimizi koruyacağız.
Dirliğimizi koruyacağız.
Beraberliğimizi koruyacağız.
And olsun, şart olsun, Türkiye’nin ve Türk milletinin ali ve asli çıkarlarından milim de olsa ödün vermeyeceğiz.
Hep birlikte Türkiye olduğumuzu sonuna kadar haykıracağız.
Melez ve kopya edilmiş, açıkçası ana akım ve kaynaktan tamamıyla kopmuş sözde milliyetçi, sözde demokrat, sözde insan sever, sözde aydınların hiçbir telkinine aldırmayacağız, kaale ve ciddiye bile almayacağız.
Doğru bildiğimiz istikamette, sağlam irademizle, aydınlık yarınların izinde kararlılıkla ilerleyeceğiz.
Durmayacağız, sinmeyeceğiz, ürkmeyeceğiz, mevzu vatan ve millet olduğu sürece gözümüzü daldan budaktan asla uzak tutmayacağız.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni saran rüşvet ve yolsuzluk davasına havi 3741 sayfalık iddianame hazırlanmış ve mahkemeye sunulmuştur.
Burada iddianamenin ayrıntılarına girecek değilim.
Kaldı ki bu bizim işimiz de değildir.
Artık Türk adaleti karar ve hükmünü verecektir.
Bundan kaçış ve kurtuluş yoktur.
En başta CHP yönetimi olmak üzere, herkesin yargıya saygı duyması, hakim ve savcılara hakaret eden ahlaksız üsluptan sakınması gerekmektedir.
Hukukun üstünlüğü hepimiz için bağlayıcıdır.
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Herkes hukuk önünde eşittir.
Hiç kimsenin ayrıcalığı ve imtiyazı yoktur.
Ekrem İmamoğlu ve onunla birlikte yargılanan 105’i tutuklu 407 kişinin hakkında mahkemenin ne diyeceği, nasıl bir sonuca ulaşacağı, hükmü nasıl vereceği yakında belli olacaktır.
İddianamenin karalanması CHP’ye bir şey kazandırmayacak, bilakis korku ve kaygının tezahürü olarak değerlendirilecektir.
Bu meyanda olmak suretiyle bizim iki konuda samimi ve sahici beklentimiz vardır ve şunlardır.
1– Yargılama hızla tekemmül ettirilmeli, siyasi kuşatmaya alınarak tavsamasına ve tartışılmasına daha fazla müsaade edilmemelidir.
Geciken adaletin adalet olmayacağı ortadadır.
Hz.Mevlana’nın dediği gibi, adalet her şeyi layık olduğu yere koymaktır.
2- Daha önce de vurguladığım gibi, yargılama en başta TRT olmak üzere, tüm televizyonlardan canlı yayın olarak gerçekleşmelidir.
Türk milleti olan biten ne varsa görüp öğrenmelidir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni saran devasa boyutlu iddiaların mahkemede görüşülmesi ve duruşma etapların doğrudan takip edilmesi aynı zamanda hukuk ve demokrasi güvenliğimizi de destekleyecektir.
Dediğim gibi, iddianamenin ayrıntısına girmeyeceğim, zira her şey kamuoyunda biteviye tartışılmakta, bilen de bilmeyen de gece gündüz ahkam kesmektedir.
Ancak bariz ve aşikar olan bir hususun altını kalın şekilde çizmenin de büyük bir ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. O da şudur:
Aziz Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, adına eko-sistem denilen, bununla mündemiç organize suç örgütü olduğu ileri sürülen mafyalaşmış bir oluşum tarafından, belediyenin kaynakları, yani devletin parası kullanılarak bedeli mukabilince satın alınmıştır.
İş bununla da kalmamış, müteakiben Türkiye’nin satın alınması konusunda ahlak ve yasa dışı rüşvet, ihalelerden komisyon ve yolsuzluk fırtınası esmeye başlamıştır.
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminin finansmanı amacıyla dehşet verici, dahası hırs ve ihtirasla perçinli gayri meşru, gayri hukuki bir tertip ve teşebbüsün içine girilmiştir.
Zanlılar bellidir, ifadeler ve itirafçılar bilinmektedir.
Türkiye’yi satın almak için rüşvet ve yolsuzluk kulvarından mıntıka temizliğine soyunanlar çok geç olmadan yakayı ele vermişler, Türk devletinin CHP kongreleri gibi satılık olmadığını çok şükür göstermişlerdir.
Bize göre iddianamenin özü ve özeti budur.
Devamlı ekonomik sorunlardan bahseden CHP yönetimi, milletimizin verdiği vergileri, henüz bıyığı terlememiş yavrularımızın haklarını, emeklilerimizin umutlarını, çiftçilerimizin alın terlerini, esnaf, memur ve işçilerimizin nafakalarını gasp ederek siyaset operasyonuna alet etmişlerdir.
CHP’nin göz kamaştıran deprem konutlarından tutun da yol, köprü, tünel, savunma sanayii ve şehir hastanelerine varıncaya kadar yapılan yatırım seferberliğini ve muhteşem eserleri eleştirmesi artık tamamıyla boşluktadır, boşunadır, yavuz hırsızın ev sahibini bastırması gibi beyhude bir çırpınıştır.
Emeklilerimizin parası CHP’nin para kulelerindedir.
Milletimizin helal rızkı dolandırılmış, belediye kasası boşaltılmıştır.
Bunun adı hortumculuk değil, yüzyılın soygunudur.
Ne hukuktan, ne demokrasiden, ne işsizlikten, ne enflasyondan, ne de ekonominin diğer konu başlıklarından bahsetmeye bu yolsuzluk markalarının yüzü kalmamıştır.
Türk milleti kesintisiz şekilde sahnelenen ekonomik soygunların az veya çok benzerlerine defalarca şahit, maalesef defalarca da mahkum olmuştur.
Saldıran, tuzak kuran, komplo imal eden, zehir saçan ekonomik çetelerin, sermaye gruplarının, soyguncuların, rüşvetçilerin, küresel tefecilerin neyi amaçladıkları, nereye ulaşmak istedikleri vicdan sahibi her insanımızın esasen malumudur.
Dün hasta adam olarak tarif ve tanımını yaptıkları İmparatorluğumuzun bünyesinde geniş ekonomik gedikler açan, bölüşüm ve paylaşım masalarında askeri ve siyasi operasyonlar kurgulayan, hitamında da icra eden muhasım ülkelerin mütecaviz politikalarından mutlak süratte ders almak zorundayız.
Makuliyetten ve hukuk üstünlüğünden verilecek her tavizin sorunların daha da karmaşıklaşmasına, Türkiye’nin çıkmaz sokaklara sürüklenmesine hizmet edeceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Değerli Arkadaşlarım,
Dış yardıma dayanan Tanzimat devletçiliği Ermeni ve Rum Osmanlı vatandaşları arasında ilk sermaye birikiminin folluğu işlevi görmüştü.
Fakat bu süreç üretim istikametine yönlenmediğinden dolayı yığılan borçlar, artan hayat pahalılığı ve yükselen enflasyon bir avuç kaymak tabaka dışında Anadolu insanını kasıp kavurmuştu.
II.Meşrutiyet’in ilanından sonra dönemin müessir gazetelerinden birisi olan Tanin’de muhabir olarak çalışan Ahmet Şerif Bey Anadolu gezisine çıkmış, izlenimlerini, ilk elden tespitlerini, müşahede ettiği gelişmeleri gazetesinde yayımlamıştı.
Ahmet Şerif Bey bir defasında şunları yazmıştı:
“Memleket haraplıktan, yoksulluktan, cahillikten, zorbalıktan, adaletsizlikten feryat ediyor. Halk birçok yerde ekecek tohumluk bulamıyor.”
Ne hüzün verici bir tenakuzdur ki, boğaza nazır yalılarda şiir, musiki ve sohbet toplantıları keyifle yapılırken Anadolu kan ağlıyordu.
Türk milleti Duyun-ı Umumiye denen bir zilletle sınanmıştı.
İmparatorluğumuzun bütün gelirleri bir çeşme gibi buraya akmıştı.
Hatta, İtalya Duyun-ı Umumiye’den aldığı borçla, yani bizim verdiğimiz krediyle, yine bize karşı yapılan Trablusgarp Savaşı’nı finanse etmişti.
İlk borcu aldığımız 4 Ağustos 1854’den, son borç taksitini ödediğimiz 25 Mayıs 1954 yılına kadar tam yüz yıl borç içinde yüzdük.
1882’den 1954’e kadar aralıksız 72 yıl borç ödedik.
Nice badirelerden geçerek bugünlere geldik.
Hamd olsun onurumuzdan, şerefimizden, var oluş haklarımızdan asla vazgeçmedik.
Biliyoruz ki, bir Türk dünyaya bedeldir, dünyalar bizim olsa da bu cennet vatandan tavizimiz düşünülemeyecektir.
Çayımıza koyacak şekerimiz yoktu, ama Çanakkale’de destanlar yazdık.
Lambamıza koyacak gazyağı bulamıyor, yalnızca haşhaş yağı kullanıyorduk, ama Milli Mücadele’de düşmanın hayallerini Türk süngüsüyle yıktık.
Çünkü yoksulluğu çekebilirdik, yokluğa dayanabilirdik, ama esarete, köleliğe, teslimiyete kesinlikle tahammül edemezdik.
Yeri geldi silah bulamadık, mermi bulamadık, bunları alacak para bulamadık, kuru ekmekle öğün geçirdik, ne gam, ne tasa; elimize geçirdiğimiz küreklerle, dirgenlerle, çapalarla, taşlarla düşmana karşı koyduk.
19’uncu ve 20’inci yüzyılların zorlu dönemeçlerinde ekonomik saldırılarla milletimizi teslim alamayanların şimdiki varislerine, ülke olarak yükselişe geçtiğimiz bugünkü zaman diliminde boyun eğeceğimiz mi zannediliyor?
Felaketimizin siyasetini yapmak üzere kuyruğa giren ahmaklara sessiz kalacağımız mı düşünülüyor?
Türkiye’yi ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye çalışanlara duyarsız, duygusuz ve dirençsiz olacağımız mı hesap ediliyor?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten mülhem diyorum ki, para yoksa buluruz, ordu yoksa kurarız, düşman çoksa mutlaka yeneriz.
Yeter ki bir olalım, diri olalım, iri olalım, birbirimizin uzağı değil yakını olalım, karşılıklı hak ve hukukumuzu şartlar ne kadar vahim olsa da gözetmeyi ve müdafaa etmeyi bilelim.
Işık diye milleti ateşe, sonu hüsran bir tünele çekmek için çırpınanlara affımız yoktur, müsamahamız yoktur, sabrımız yoktur, merhametimiz yoktur.
Merhum Hocamız Prof.Dr. Mehmet Eröz, ekonominin soyut formül ve ilkeleri, sosyolojik muhtevayla doldurulmadığı takdirde, özü olmayan boş kalıplar olarak kalacağını söylemişti.
Haklıydı, teşhisinde isabet kaydetmişti.
Sosyoloji, hayatın görünüşte bildik olan taraflarının nasıl bir başka gözle görülebileceğini ve yorumlanabileceğini anlatır.
Sosyolojik düşünmek, bugüne kadar tartışmasız kabul edilen, kesin olduğu iddia edilen görüşleri eleştirme ve sorgulama alışkanlığı kazanmaktır.
İnsanın olmadığı, ahlakın, adaletin, özgürlüğün, sosyolojinin, felsefenin, tarihin, maneviyatın, değerlerin ve milli hassasiyetlerin bulunmadığı bir ekonomide sabah kalkar döviz kuruna bakarız, akşam yatar borsaya, faize ve enflasyona kafa yorarız.
Bu kısır döngüden çıkmadıktan sonra bir asır geçse bile yine aynı sorunlarla boğuşmamız kaçınılmazdır.
Üstelik CHP yönetimi gibi hem suçlu, hem de mütekebbir ve üst perdeden bakanların sahte sözleriyle ekonominin karalanmasına şahit oluruz.
Ekonomi rakam, oran, yüzde, matematik, grafikten çok daha öte bir alandır, böyle de olmalıdır.
Keynes’in dediği gibi, sorun yeni fikirlerde değil, içinde yetiştiğimiz zihinlerimizin her köşesine tutunmuş eski fikirlerdir.
Modası geçmiş ekonomik düşünceler miras aldığımız kör noktalardır.
Bize kendi çıkarlarımızı düşünen, birbirinden yalıtılmış, sürekli hesaplar yapan, zevkleri sabit ve doğa üzerinde egemen kişiler olduğumuzu kabullendirmek istediler.
Görünmez el metaforuyla sömürünün çarkını çevirdiler.
Piyasayı eşrefi mahlukat olan insanın önüne geçirdiler.
20’inci yüzyıl ekonomisinin yakasına rasyonel insan portresi astılar.
Oysaki her insanın rasyonel olması, her sakallının dede olması kadar saçma bir beklentiydi.
Aslında hepimiz aynı şeylerden konuşuyoruz, fakat konuştuğumuz şeyin ne olduğu konusunda hala anlaşabilmiş değiliz.
Alışıldık düşünce ve ifade kalıplarından kaçma mücadelesi veriyoruz, fakat henüz tam bir sonuç almış sayılamayız.
Eski teorik şemaları yıkan yeni keşifler yapmadıkça, daha adil, daha insani, daha vicdani, daha hakkaniyetli, daha eşitlikçi, daha paylaşımcı bir dünyaya ve küresel ekonomiye ulaşmamız sadece entelektüel bir sızlanma olarak kalacaktır.
Bugünkü şartlarda dünya nüfusunun yüzde 20’si açlıkla ve yetersiz beslenmeyle yüz yüzedir.
Açlık ve mutlak yoksulluğun hiç yenilmeyen veya israf edilmiş yiyeceklerin yüzde 10’uyla tamamen ortadan kaldırılması yapılan araştırmalarla ortadadır.
Ne ekonomi eski ekonomidir, ne de dünya eski dünyadır.
Çok yediğinden obez olan çocukların olduğu dünya ile hiç yemediğinden eti kemiğine yapışmış çocukların olduğu dünya korkunç bir çelişkidir, böylesi bir düzen Allah’ın nizamı olarak da görülemeyecektir.
Ekonomide yeni bir hikayeye, milli ve manevi değerlerimizle temerküz etmiş yepyeni bir zihniyet devrimine ertelenemez ihtiyacın olduğunu görmeliyiz.
Hem büyümeyi, hem sosyal gelişmeyi, hem de sosyo-ekonomik kalkınmayı sağlamak zorundayız.
Önümüze dikilen bentleri birlikte aşmalıyız.
Kronik ve konjoktürel hastalıkları kalıcı olarak tedavi etmeliyiz.
Devletin kasasına sızan, milletin kesesini yağlamayan haramzadelerle hesaplaşmalıyız.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni örümcek ağı gibi saran yüzyılın rüşvet ve yolsuzluk damarını kesip atmak hususunda sonuna kadar cesur olmalıyız.
Türkiye ekonomisi toparlanma ve düze çıkma aşamasındadır.
Enflasyon düşecek, hayat pahalılığı bitecek, kişi başına düşen gelir insanca yaşamaya dayanak olacaktır.
Ezcümle fiyat istikrarı, finansal istikrar ve makro ekonomik istikrar Allah’ın izniyle sağlanacaktır.
Fakat bu amaca ulaşabilmek için yolsuzluk bataklığını kurutmak da mutlak bir zorunluluktur.
Bizim temennimiz, herkesin ahlaki sorumlulukla elini taşın altına koymasıdır.
“Örtünme, beslenme ve barınma” sorunlarının hep birlikte, vicdan seferberliğiyle üstesinden gelmek mümkündür.
Karanlıktan şikayet etmek yerine bir mumda biz yakabilir, bu ışıkta ise yeryüzü refahına kısa zamanda ulaşırız.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.