Politika

MHP'li Aydın'dan Yunan bakan Dendias'a tepki: Teyakkuz halimizi göz ardı etmiyoruz

MHP Erzurum Milletvekili Kamil Aydın, Genel Kurul'da görüşülen Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine konuşmasında Türkiye'nin diplomasideki öncülüğü ile biten, barışı sağlandığı bölgelere dikkat çekti. MHP'li Aydın, Yunan bakan Dendias'ın Ege'deki provokatif açıklamalarına de tepki gösterek, "Teyakkuz halimizi göz ardı etmiyoruz" dedi.

MHP Erzurum Milletvekili Kamil Aydın, TBMM'de gerçekleşen Genel Kurul'da görüşülen Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine konuştu.

Türkiye'nin diplomasideki başarısına dikkat çeken MHP'li Aydın, Suriye'den Güney Kafkasya'ya, Doğu Akdeniz'den Karadeniz'deki gerilimlere kadar birçok konudaki barış rolünü anlattı. MHP'li Aydın, "Gerçekte bize hem sahada hem masada yüksek ehemmiyetli ve kalibreli bir tutum ve davranış sergilememizi kaçınılmaz kılmaktadır." dedi.

YUNAN BAKAN'A TEPKİ

Yunanistan Savunma Bakanı Dendias'ın "Ege'yi füzelerle kapatacağız" ifadesine tepki gösteren MHP'li Aydın, "Talihsiz ifadesiyle açıkça hâlâ küçük hesaplar peşinde olunması ve dahi adaların silahlandırılıp âdeta Amerikan'ın askerî üslerine dönüştüğü bir süreçte her şeye rağmen iyi niyetli ilişkiler ve iş birliği öncelememiz yanı sıra teyakkuz halimizi de göz ardı etmiyoruz." dedi.

MHP'li Aydın'ın konuşmasının tamamı şöyle:

Modern iktisat literatüründe kısaca “kıtlık kanunu” olarak da bilinen “kaynakların sınırlı, ihtiyaçların ise sınırsız olduğu” temel ekonomik öğretisinin insanlık tarihinin hiçbir döneminde bugün olduğu kadar dünya gündemine bu denli kanlı ve trajik bedellerle hâkim olmamıştır. Başta Birleşmiş Milletler şemsiyesi altındakiler olmak üzere birçok resmi ve gayri resmi uluslararası kurum ve kuruluşların istatistiksel açıklamaları insanlığın topyekûn bindiği bir alametle kıyamete gittiğini çeşitli sebep-sonuç ilişkileri ile göstermektedir. Somutlaştırmak gerekirse; doyumsuz muhterislerce fütursuzca sömürülerek tüketilen her türlü kaynağın yeniden temini, tedariki veya muhafazası anlamında kural, sınır ve ilke tanımaz nobranlık; deprem, sel, kuraklık, tsunami gibi doğal afetler yanı sıra, açlık, kıtlık, çevre kirliliği, güvenlik sorunları ve bunların yarattığı düzensiz ve kontrolsüz iç ve dış göç hareketleri ve yine havada, karada, denizde ve siber bağlamda nükleer başta olmak üzere hızlı silahlanma girişimleri tüm dünyayı yeni bir felaket öncesi pozisyon almaya yöneltmektedir.

Tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de her türlü kriz, kaos, felaket ve savaşlara muhatap olacak yegane neden yeraltı ve yerüstü tüm zenginliğiyle maalesef dünya toprak ve su kaynaklarıdır. Çünkü değişmez genel geçer maddi, manevi ve dahi ilahi kaynakların da vurguladığı gibi toprak ölümsüz bir ana ve sadık bir yar iken, su da ona hayat verip canlı tutan aziz bir yoldaştır.

Küresel bağlamda özellikle coğrafi konumlar ve koşullar ekseninde irdelemeye tabi tutulduğunda, BMGK daimî üyesi ülkelerin hem üretim hem de donanım odaklı savunma harcamalarında da lider olmalarının asıl nedeninin pek de bireysel emniyet ve güvenlik amaçlı olmadığını, aksine sömürü hedefli bir güç mücadelesinin doğal bir yansımasını çağrıştırmaktadır.

Yaşanan küresel kaos, kriz ve savaşlara bakıldığında bu tespitin ne kadar yerinde ve isabetli olduğu görülecektir. Dolayısıyla, Ukrayna-Rusya Savaşı, İsrail’in Ortadoğu’da ve özellikle de Filistin topraklarında kural tanımaz işgal ve soykırım girişimleri, Mena bölgesinde ve Doğu Akdeniz’de yaşanan siyasi, ekonomik istikrarsızlıklar, krizler, kaoslar ve iç savaşlar ve neden oldukları düzensiz iç ve dış göç hareketleri gerçekte bize hem sahada hem de masada yüksek ehemmiyetli ve kalibreli bir tutum ve davranış sergilememizi kaçınılmaz kılmaktadır.

Bu denli riskli ve öngörülmesi zor bir ortamda üzerinde yaşanılan coğrafyanın yüklediği jeo-stratejik sorumluluk gereği güçlü bir vizyon ve yol haritası belirlemek kaçınılmazdır. Kadim Anadolu coğrafyasında Türk milletinin 1000 yıllık yaşam müktesebatının kazandırdığı yüksek kalibreli stratejik akıl kurumsal olarak devlet yönetimini ve özellikle de hariciyemizi oldukça muktedir ve diri kılmaktadır.

Bir yandan sınırlarımızdan küresel boyuta uzanan çok katmanlı ve muhtevalı kriz ve karışıklık sarmalıyla karşı karşıya olmamız, öte yandan güç dengelerinin yeniden biçimlendiği ve rekabetin acımasız bir hal aldığı ve buna mukabil nerede, ne zaman ve nelerin vuku bulacağının kestirilemediği bir süreci yaşamaktayız. Bu netameli koşullar altında iç cephe tahkimatı olarak da adlandırdığımız yurtiçi emniyet ve güvenliğimizi olumsuz yönde etkileyecek olası oldu bittilere karşı teyakkuz halinde olmamız gerekmektedir. Diğer yandan huzur ve barışın temininde son zamanlarda uluslararası ilişkilerin merkezini oluşturan etkin diplomasi vasıtasıyla gerçekleştirilen dış ilişkilerimizin barışın ve huzurun kaybedeni olamayacağı genel geçer düsturunun Türk hariciyesindeki mottosu olan “Yurtta barış, Cihan‘da barış” öncülü ile hem ulusal ve bölgesel hem de küresel bir takım kazanımları sağlama sorumluluğumuz bulunmaktadır. Bu düsturla elde edilen kazanımların başında; öncelikle 30 yıl aşkın bir süredir kangren halini alan Güney Kafkasya‘daki işgalin sonlandırılması akabinde oluşan bölgesel huzur, barış ve kalkınmanın yansımaları gelmektedir. Öte yandan, Libya’daki çok parçalı yapının ve iç çatışmaların sulhu salaha erdiğini görmekteyiz. Yine Körfez ülkeleri ile ve özellikle de Mısır ile yeniden inşa edilen dostluk ve ittifak girişimleri bölgedeki yüksek gerilim hatlarının normalleşmesine vesile olduğunu çok açık ve net bir şekilde biliyoruz. Dahası, Suriye’de yüksek katkı ve yardımlarımızla vasat bulan huzur ve kardeşlik ortamı yine kayda değer bir kazanımdır. Dünya kamuoyunda da dikkatleri çeken diğer bir gelişme ise; Yunanistan ve Sırbistan başta olmak üzere balkan ülkeleri ile huzur ve güven odaklı iş birliği girişimlerinin, özellikle Kosova ve Bosna-Hersek’teki siyasi ve etnik gerginliğin düşmesine neden olmaktadır. Öte yandan diplomasinin günün şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak hariciyemizin öncülüğünde bilimden sanata, turizmden spora, ekonomiden ticarete çeşitlilik arz eden bir iletişim ve etkinliğin eş zamanlı ve koordineli bir biçimde deruhte edilmesi ile Asya-Pasifik, Afrika ve Latin Amerika başta olmak üzere uluslararası ilişkilerimizin küresel ölçekte geniş bir coğrafyayı kapsaması yine gelecek adına umut verici bir durumdur.

Bu bağlamda; güçlü, dinamik ve yüksek kalibre bilgi birikimi ve donanımıyla yetkin ve tecrübeli tarihi müktesebatına ve 21. yüzyılı Türkiye yüzyılı yapma yüksek ideal ve vizyonuna uygun yapısıyla dış işlerimize bağlı misyonlarımız bir taraftan dünyanın dört bir yanında yaşayan soydaş, akraba, vatandaş başta olmak üzere ihtiyaç sahibi her insanın talebine cevap vermesinin yanı sıra, aynı zamanda ulusal, bölgesel ve küresel siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik dengeleri dikkate alarak stratejik görev ve sorumluluklarını yerine getirmektedir. Bu ulvi görev ve sorumluluk esnasında canları pahasına ağır bedeller ödemeleri de hariciyemizin taktire şayan faaliyetlerine tanıklık etmektedir.

Ankara merkezli bir dış politika genel çerçevesinde öngörüp uygulamaya çalıştığı faaliyetlerinde uluslararası prensiplere uygun hareket eden hariciyemiz, Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhakıyla başlayan süreçte Türkiye’nin net bir tavırla işgalin kabul edilemez olduğunu vurgulamış, buna mukabil batının kayıtsızlığı Rusya’yı daha ileri gitmeye teşvik etmesiyle bugün artık küresel bir krize dönüşmüştür. Batının bu çelişkili ve tutarsız tutumu ve davranışlarına rağmen Türk hariciyesi savaşın en ağır koşullarında bile soğukkanlılığını muhafaza ederek nihai çözümün ateşkesin sağlanması ve akabinde tarafları barışa yönlendirme samimi tavır ve diyalog görüşlerini yalnızca taraflara değil, tüm dünyaya açıklayıp bu süreçte kritik sorumluluk alacağını cesaretle ifade etmiştir.

Yine benzer yaklaşımla Gazze‘deki kararlı ve tutarlı tutumumuz ateşkesin sağlanmasında da kendini göstermiştir. İşte bu yönüyle uluslararası ilişkilerdeki bir nevi yeni bir model olarak kayıtlara geçen bu sulh odaklı tutumun arka planında yüzyıllara sarih güçlü bir devleti ebed-müddet varlık tecrübesi yanı sıra, tutarlı, kararlı ve etkin siyasi irade varlığı da dikkatleri çekmektedir. O da ülke ve aziz milleti önceleyen Cumhur İttifakının güçlü ve kararlı iradesidir.

Uluslararası ilişkiler bağlamında diğer dikkatleri çeken önemli bir hususta; katılım sağladığımız ikili, bölgesel, küresel bağlamlı resmi kurumsal toplantı ve görüşmelerde batılı muhataplarınızın dillerine pelesenk ettikleri sözde soykırım iddiaları veya işgalci yaftalamaları artık hem Karabağ ve Şuşa’daki Harı Bülbül’ün özgürlük sedasıyla hem de Kıbrıs’ta barışçı ve iki toplumlu ve devletli huzur ortamıyla boşa çıkarılmıştır.

Uluslararası boyutta vurgulanması gereken bir diğer önemli husus ise; bir zamanlar yüksek ideal veya uzak hedef olarak tanımlayıp kızıl elmamızın merkezine koyduğumuz Türk dünyasının sevinçte-kederde, tasada-kıvançta bir araya gelme iradesinin ortaya konulması veya daha açık ifadeyle Gaspıralı’nın özlemi olan dilde, fikirde ve işte birliğin Türk Devletleri Teşkilatı adı altında eteği kemiğe büründürülmesi sürecinde yine hariciyemizin başarılı diplomatik katkıları göz ardı edilemez.

Kadim coğrafyamızın kuzey ve güney hattında yaşanan savaş ve iç çatışmalar yanı sıra, batı hattımızda Yunanistan Savunma Bakanı Dendias’ın “Ege’yi füzelerle kapatacağız ”talihsiz ifadesiyle açıkça hala küçük hesaplar peşinde olunması ve dahi adaların silahlandırılıp adeta Amerika’nın askeri üstlerine dönüştüğü bir süreçte her şeye rağmen iyi niyetli ilişkileri ve iş birliğini öncelememiz yanı sıra, teyakkuz halimizi de göz ardı etmiyoruz. Çünkü; coğrafyanın domine ettiği jeopolitik şartlar bir ülkenin uluslararası ilişkiler vizyonunun oluşmasında başat bir etken olduğunun farkındayız. Dolayısıyla Türkiye’nin birçok bağlamda doğu batı akısında bağlantı noktası veya geçiş güzergahı olması hasebiyle, oluşması veya vuku bulması olası her türlü kriz, kaos ve soruna karşı tedbirli ve tedarikli olmamızı gerektirdiği kadar bu sorun ve sıkıntılar müvaceresinde olası fırsat ve iş birliği imkânlarını da gözlerden kaçırmayıp kazanımlara dönüştürmekte ayrı bir beceri ve sorumluluktur.

Öte yandan, aşırı kutuplaşmaların ve yükselen savunma harcamalarının yanı sıra, Avrupa Birliği’nin iki ana aktör ülkesi başta olmak üzere hemen hemen tüm üye ülkelerin tedrici olarak zorunlu askerlik veya gönüllü ulusal hizmet uygulamaları adı altında asker sayısını artırma sürecine yönelik yasal düzenlemeler yoluna gitmeleri geleceğe yönelik pek de hayra alamet adım ve girişimler olduğu kanısında değiliz.

Yine son zamanlarda Karadeniz‘deki münhasır karasularımızda bazı yük gemilerine yönelik sabotaj ve saldırıların kabul edilemez olduğunu ifade ediyor ve Türkiye’nin Rusya-Ukrayna Savaşı’nda özellikle Montrö’yü cesaretle uygulama yoluyla Karadeniz’i barış denizi yapma girişimini sabote etmeye yönelik bu tarz girişimlere karşı özellikle karasularımızı daha güvenli kılma azmimizden asla vazgeçmeyeceğimizi ve bu bağlamda tüm diplomatik görüşmelerde bu haklı tavrımızı ve kararlılığımızı etkin bir şekilde muhataplarımıza açıkça belirtmeliyiz.

Son söz olarak, bütün bu gelişmeler ve kazanımlar ışığında şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokrasi ve hukukuna dış müdahale çağrılarının yapılacağı bir devlet değil, aksine kendi kaderini ve geleceğini kendi irade ve kararlılığının tayin ve tesis ettiği hür ve bağımsız kutlu bir yapının adıdır.

{ "vars": { "account": "G-E1EN649QR9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }