Taş Medresede Yazılan Destan

12 Eylül 1980 sabahı… Türkiye’nin üstüne bir karabasan gibi çöken, milletin iradesini tank paletleri altında ezen kara gün. Radyolardan yayılan o meşhur bildiri, siyaseti değil, milyonlarca gencin yüreğini de paramparça etti ve en ağır darbeyi ülkü yoluna baş koymuş gençler aldı.

Ülkücüler, sokaklardan toplanıp cezaevlerine dolduruldu. Daha bıyıkları terlememiş lise talebeleri, üniversite amfilerinden alınan idealist delikanlılar, elleri zincire vurulmuş halde demir kapıların ardına bırakıldı. İşte o zindanlara “Taş Medrese” denildi. Çünkü orası artık sadece bir hapishane değil, sabrın ve inancın imtihan edildiği, imanla yoğrulan bir mektepti.

Taş medreselerde kalem yerine zincir, sıra yerine beton vardı. Fakat bu ağır koşullara rağmen, bir nesil kendi iç dünyasında olgunlaştı. Nice şiirler, hatıralar, yazılar o zindanlarda kaleme alındı. Çileyle pişen bu kuşak, Türk milletine vefa, Türk devletine sadakat ve imanla bağlılığını hiçbir zaman kaybetmedi.

O gençler, taş duvarların soğuğunda ısındıkları tek şeyin ülküleri olduğunu gösterdiler. Zulüm gördüler, işkenceler yaşadılar, yıllarını tükettiler… Ama baş eğmediler. Parolaları belliydi: “Çile bizde, ülkü bizde.” Ve o çile, onları yıkmadı; aksine çelikleştirdi.

Taş Medrese, bir neslin destanına dönüştü. Zincirler, onların yüreğini susturamadı; kalemleri ellerinden alınsa da, dillerinden duaları sökemediler. İçlerinden şairler, yazarlar çıktı. Anı defterleri, bugün bize bir neslin sabırla, imanla, azimle nasıl ayakta kaldığını fısıldıyor.

12 Eylül darbesi, Türk siyasi tarihinin kara lekesidir. Milletin evlatlarını birbirine kırdıran bir dönemin ardından, kurtuluş reçetesi diye sunulan “darbe” aslında en çok vatan sevdalılarına vurdu. En büyük bedeli de ülkücü gençler ödedi. Onlar, tarihin karşısında dik duran, inançlarından vazgeçmeyen, devletine küsmeden milleti için çileyi göze alan yiğitlerdi.

Bugün geriye dönüp bakıldığında, 12 Eylül’ün karanlığında parlayan en büyük ışıklardan biri işte bu “taş medreseli ülkücüler”dir. Onlar, zulme rağmen yılmayan bir iradenin, susturulmak istenen ama susmayan bir sesin sembolü olarak tarihte yerini aldı.

12 Eylül bir darbe değil, bir milletin hafızasına kazınmış büyük bir travmadır. Ancak aynı zamanda; taş medreselerin demir kapıları ardında bile ülkünün yaşatılabileceğini gösteren bir iman ve direniş hikayesidir.

Bugün bizlere düşen, o taş medreseli ülkücülerin çığlığını unutmamak, verdikleri mücadeleyi bir vicdan muhasebesi gibi hafızamızda taşımaktır. Çünkü onlar sadece bir kuşağın değil, bir milletin iradesinin sembolü oldular. İnançlarından vazgeçmediler, “baş eğmeyenlerin” destanını yazdılar.

Ve çoğu gencecikti… Kimi henüz üniversite sıralarından alınmış, kimi lise defterini yeni kapatmıştı. Ama ortak noktaları, ülkülerine sadakatleriydi

12 Eylül’ün karanlığında, en parlak ışık işte o çilekeşlerin imanında saklıydı. Tarih, onların sabrını ve direncini unutmayacak…

{ "vars": { "account": "G-E1EN649QR9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }