Yorgun Zihinler Bitkin Kalpler

Her sabah aynı telaşla uyanıyoruz. Alarmın sesiyle değil, hayata yetişememe korkusuyla açılıyor gözlerimiz. Zihnimiz yorgun, henüz uyanmadan gün bitmiş gibi… Kalbimiz bitkin, çünkü bir duyguyu bile tam hissedecek zaman kalmadı.

Çok fazla şey biliyoruz ama çok az şey hissediyoruz. Ekranlardan akıp giden bilgiler, haberler, görüntüler… Her biri zihnimizde iz bırakıyor ama birini tam anlamadan öteki gelip yerini alıyor. Kayıtsızlık bir savunma mekanizmasına dönüşmüş durumda. Çünkü hissetmek artık yorucu.

Bir kalabalığın içinde her zamankinden daha yalnız, bir konuşmanın ortasında hiç olmadığımız kadar suskunuz. Zihinlerimizde dönen düşünceler, aslında çoğu zaman başkasının sesi. Reklamların, haberlerin, sosyal medyada karşılaştığımız o bitmek bilmeyen parıltılı hayatların sesi… Biz kendi iç sesimizi en son ne zaman dinledik?

Bitkin kalplerin ortak yanı, artık çarpmaktan bile vazgeçmiş olmaları. Heyecanlar eskisi kadar heyecan vermiyor, başarılar doygunluk yaratmıyor. İyi haberler bile geçici bir tebessümle gelip geçiyor. Çünkü içimizde bir şey eksik, adı koyulmamış bir yorgunluk taşıyoruz.

Psikologlar buna “tükenmişlik” diyor, felsefeciler “anlamsızlık”, sokaktaki insan ise sadece “yoruldum” diyor. Ama ortaklaştığımız bir hakikat var: Bu çağ, insanı yavaşça tüketiyor.

Peki çare ne?

Belki de biraz yavaşlamak… Her şeyi bilmek, her yere yetişmek, herkesi memnun etmek zorunda olmadığımızı fark etmek. Belki de “yeterince iyi” olmanın “mükemmel”den çok daha insani bir duruş olduğunu hatırlamak.

Bazen bir kahvenin kokusunda, bazen çocukların koşuşturmasında, bazen de eski bir şarkının sözlerinde dinlenebilir o yorgun zihinler, o bitkin kalpler. Yeter ki ara sıra başımızı kaldıralım, gerçekten bakalım ve içten bir nefes alalım.

Çünkü yorgunluk geçer, kalpler yeniden atar. Ama önce durmak gerekir.

{ "vars": { "account": "G-E1EN649QR9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }