3 Temmuz 2011 sabahı Türkiye, özellikle de Fenerbahçeliler için sıradan bir gün değildi. Sabah saatlerinde televizyon ekranlarında dönen alt yazılar, sosyal medyada dolaşan haberler ve ardından gelen gözaltı haberleriyle birlikte Türk futbolunun en büyük krizlerinden biri patlak verdi. Gözaltına alınanlar arasında Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, kulüp yöneticileri, bazı futbolcular ve farklı kulüplerden isimler vardı. İddia, 2010-2011 sezonunda şike yapıldığı yönündeydi. Fenerbahçe'nin şampiyonluğu tartışmaya açılmıştı.

Beşiktaş, yeni sezon hazırlıklarının ilk etabını tamamladı
Beşiktaş, yeni sezon hazırlıklarının ilk etabını tamamladı
İçeriği Görüntüle

Bu olay sadece bir şike soruşturması değil, bir camianın hafızasına kazınan travmanın başlangıcıydı. O sabah ve sonrasında yaşananlar, yalnızca bir futbol kulübünün değil, milyonlarca insanın aidiyet hissettiği bir değerler bütününün hedef alınmasıydı. Çünkü Fenerbahçe, sadece sportif başarılarla değil, tarih boyunca duruşuyla, muhalif kimliğiyle, bağımsızlığıyla ve direnç kültürüyle tanımlanmış bir kurumdu. Ve bu kimliğin doğrudan hedef alındığı hissi, 3 Temmuz’u sadece bir hukuki süreç olmaktan çıkarıp, bir onur mücadelesine dönüştürdü.

Soruşturmanın ilerleyen safhalarında kamuoyuna yansıyan belgeler, tape kayıtları, iddianameler, delil olarak sunulan dosyalar, kafalarda daha büyük soru işaretleri oluşturdu. Operasyonu yürüten emniyet mensuplarının ve savcıların isimleri, daha sonra FETÖ ile bağlantılı kişiler olarak anılmaya başladı. Yıllar geçtikçe, o dönem yaşananların arka planı daha da netleşti. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından Türkiye'nin devlet kurumlarında yürüttüğü temizlik operasyonlarında, 3 Temmuz sürecini başlatan yapıların FETÖ ile bağlantılı olduğu somut biçimde ortaya kondu.

Tüm bu gelişmelerin ardından Aziz Yıldırım ve dava arkadaşları yeniden yargılandı. Karar netti: Şike yapılmamıştı. Bu bir kumpastı. Ancak o yıllarda yaşanan kayıpların, itibarsızlaştırmanın, dışlanmanın ve kamuoyu önünde yaşatılan linç kültürünün telafisi hiçbir zaman tam anlamıyla yapılamadı.

Fenerbahçe taraftarı için 3 Temmuz, bir kırılma anı değil, yeniden dirilişin simgesi haline geldi. O günden sonra statlarda “Adalete Fener Yak” meşaleleri yandı, sokaklarda yürüyüşler yapıldı, binlerce insan mahkeme salonlarında, cezaevi kapılarında, kulüp binası önünde nöbet tuttu. Fenerbahçe’nin her başarısı, o günden kalan gölgelerle birlikte yaşandı. Her yenilgisi, o travmanın yeniden hatırlanmasına neden oldu. Ama en önemlisi, o gün doğan bilinç, camianın birbirine daha da kenetlenmesine yol açtı.

Bugün, 3 Temmuz 2025 itibarıyla üzerinden tam 14 yıl geçmiş durumda. Ancak hala hiçbir şey unutulmadı. Hala her 3 Temmuz’da Fenerbahçeliler o sabahı, o kırılma anını, o yalnızlığı ve o mücadeleyi hatırlıyor. Çünkü bu sadece bir futbol kulübünün hak arayışı değil, aynı zamanda Türkiye’de adaletin, tarafsızlığın ve hukukun nasıl araçsallaştırılabileceğinin de tarihsel bir örneği olarak kabul ediliyor.

Fenerbahçe camiası, bugün hâlâ şunu söylüyor: “O gün sadece başkanımızı değil, inancımızı, kulübümüzü, değerlerimizi yargıladınız. Ama unuttunuz: Fenerbahçe teslim olmaz.” Bu söz artık sadece bir slogan değil; bir kuşağın karakterini, bir topluluğun hafızasını, bir mücadelenin ruhunu taşıyan cümle haline geldi.

3 Temmuz, Fenerbahçe için sadece bir tarih değil, bir hafıza, bir direniş ve bir yeniden doğuştur. Ve bu tarih, her yıl yeniden hatırlanacak; çünkü bazı acılar unutulmaz, bazı mücadeleler yarım kalmaz.

Muhabir: Dilruba Koçak