Karagöz oyunları, geç dönemlerde yazıya geçirilmiş ancak modern dönemlerde sistematik olarak ele alınmış bir sahne sanatı formudur. Türk halk edebiyatı ve folklor alanındaki çalışmaların geç başlaması, bu oyunların akademik dünyada geç yer bulmasına sebep olmuştur. Tanzimat sonrası, Batılı araştırmacılarla yakınlık kuran yerli aydın ve araştırmacıların öncülüğüyle halk edebiyatına dair ilk derlemeler yapılmış, atasözlerinden türkülere, masallara kadar geniş bir koleksiyon ortaya çıkarılmıştır.

Karagöz bir gölge değil, ışık oyunudur. Bu ifade, Karagöz ustası ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” unvanı verilmiş merhum Alpay Ekler'in dile getirdiği önemli bir tespittir. Geleneksel Karagöz tasvirleri perdeye yalnızca silüet şeklinde değil, renkli figürler olarak düşer. Bu yönüyle Karagöz, gölgeden ziyade ışığın sanata dönüştüğü bir perde oyunudur. Diğer bir isimlendirme şekli ise "kukla oyunu" olarak bilinir

Karagöz oyunlarında, figürlerin yansıtıldığı beyaz perdeye hayal perdesi denir. Bu perdede tasvirleri canlandıran kişiye ise hayali adı verilir. Oyunun tüm karakterlerini seslendiren kişi de hayalidir. Hayalinin yanında yer alan ve oyunun ritmini tutan yardımcısına ise yardak adı verilir. Yardak, oyun sırasında tef çalar, şarkı söyler ve nareke adlı düdüğü üfleyerek sahne geçişlerine eşlik eder.

İstanbul Dijital Sanat Festivali 11-15 Haziran'da yapılacak
İstanbul Dijital Sanat Festivali 11-15 Haziran'da yapılacak
İçeriği Görüntüle

Karagöz figürleri, gelenekte deve derisinden yapılır. Bu figürler, nevregan adı verilen özel bir alet yardımıyla ıhlamur kütüğü üzerinde ince ince oyularak şekillendirilir ve ardından doğal kök boyalarla renklendirilir. Tasvir yapımlarında yalnızca Hacivat ve Karagöz değil, Nasreddin Hoca, mitlerde geçen şeytan tasvirleri ve hatta günümüz çocuklarına hitap etmek amacıyla dinozor gibi modern figürler de kullanılabilmektedir. Bu da gölge oyununun yalnızca geleneksel bir form olmadığını; zamana uyum sağlayarak yaşayan bir kültürel ifade biçimi olduğunu göstermektedir.

Bu zenginlik, uluslararası düzeyde de takdir görmüş ve Karagöz, 2009 yılında UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. Böylece Karagöz ve Hacivat, sadece Türkiye’nin değil, tüm insanlığın ortak kültürel mirası olarak tescillenmiştir.

İkinci Meşrutiyet’ten Cumhuriyet dönemine geçişte, bu tür çalışmalar zamanla kurumsallaşmış, bir ölçüde resmiyet kazanmıştır. Ancak folklorun doğası gereği bu çalışmalar “sabit bir göl” değil, sürekli akan bir ırmak gibi ele alınmalı; yaşayan, dönüşen ve toplumsal hafızayla beslenen canlı bir yapı olarak görülmelidir.

Muhabir: Elif Sönmez