Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal, TBMM Genel Kurulu’nda 2026 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında yaptığı konuşmada eğitim politikalarına ilişkin dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu. Topsakal, eğitimin yalnızca bilgi aktarımı değil, milletin istikbalini inşa eden stratejik bir devlet meselesi olduğunu vurguladı.
Konuşmasına Peyami Safa’nın çocuk eğitimi üzerine sözleriyle başlayan Topsakal, yanlış eğitim anlayışlarının çocukların tabiatına aykırı sonuçlar doğurduğunu ifade etti. Eğitimin, “ne öğrettiğimizden çok, nasıl bir insan yetiştirdiğimizle” ilgili olduğunu belirten Topsakal, eğitimde şahsiyet, değer ve millî şuur vurgusu yaptı.
Ziya Gökalp’in “talim–terbiye” ayrımına dikkat çeken Topsakal, yalnızca teknik bilgiye dayalı bir eğitimin insanı yönsüz bırakacağını, terbiyeden kopuk bir öğretimin ise millet bilincini zayıflatacağını söyledi. Eğitimde millî kültürün ve ana dilin belirleyici olması gerektiğini vurgulayan Topsakal, yabancı dilde eğitim uygulamalarının çocukların düşünce dünyasında bulanıklık oluşturabileceğini dile getirdi.
Topsakal'ın açıklamasının tamamı şu şekilde:
"Sözlerime Peyami Safa’nım sözleriyle başlamak istiyorum.
“Çocukları tanımıyoruz. Onları yetiştirmek için kullandığımız usuller yanlıştır. Tabiat çocukların büyük olmadan evvel çocuk olmalarını istiyor. Bizse onların çocuk olmadan evvel büyük olmalarına çalışıyoruz.
Bu tabiat nizamını altüst etmeye kalkarsak öyle turfanda meyveler yetiştirmiş oluruz ki, bunların ne olgunluğu ne de lezzeti kalır; hepsi çarçabuk bozulur, çürür gider.” Peyami Safa
Eğitim meselesi devletimizin ve milletimizin en önemli meseledir. Çünkü eğitim, yalnızca çocuklara ne öğrettiğimizle değil, onları neye dönüştürdüğümüzle ilgilidir. Eğitim, bir milletin istikbalini hazırlama sanatıdır; hem zahmetli hem de mesuliyetli bir sanattır. Yanlış icra edildiğinde bedeli yıllar sonra ödenir; doğru icra edildiğinde ise neticesi nesiller boyunca hissedilir.
Bizim tarihimizde eğitim, hiçbir zaman yalnızca bilgi aktarmak olarak telakki edilmemiştir. Medresede, mektepte, tekkede, ocakta esas olan; insan yetiştirmek, daha doğrusu şahsiyetli insan yetiştirmek olmuştur. Şahsiyet ise ne yalnızca zekâyla ne de yalnızca bilgiyle inşa edilir. Şahsiyet, insanın kendisini ait hissettiği kültürle, taşıdığı değerlerle ve yöneldiği hedefle şekillenir.
Ziya Gökalp bu hakikati çok erken kavramış bir mütefekkirdir. Eğitimi, “yetişmiş neslin, yeni yetişmeye başlayan nesle fikirlerini ve hislerini aktarması” olarak tanımlarken, aslında bize şunu söylemiştir: Eğitim, yalnızca akla değil, kalbe de hitap eden bir faaliyettir.
Bir nesil, kendisinden sonrakine yalnızca bilgi bırakmaz; korkularını, umutlarını, ideallerini ve zaaflarını da bırakır. İşte bu yüzden eğitim meselesi, basit bir öğretim meselesi değil; derin bir terbiye meselesidir.
Gökalp’in yaptığı talim–terbiye ayrımı, bugün hâlâ yolumuzu aydınlatan bir pusuladır. Talim; ilmi, tekniği, fenni öğretir. Terbiye ise insanın hangi değerlere bağlanacağını, hangi sınırlar içinde hareket edeceğini, neyi doğru! neyi yanlış! kabul edeceğini belirler. Talim insanı meslek sahibi yapar; terbiye ise onu milletin bir ferdi hâline getirir. Talimi olup terbiyesi olmayan bir eğitim, insanı bilgili kılar ama yönsüz bırakır. Terbiyesi olup talimi olmayan bir eğitim ise iyi niyetli ama çaresiz bireyler üretir. Mesele, bu ikisini hikmetle bir araya getirebilmektir.
Terbiye, toplumdan doğar. Değer yargıları gökten inmez; tarih içinde oluşur. Bir milletin acıları, sevinçleri, mücadeleleri ve zaferleri, onun değer dünyasını şekillendirir. Kültür dediğimiz şey, işte bu birikimin adıdır. Kültür millîdir; başkasından kopyalanamaz, ödünç alınamaz. Bu yüzden bizim alimlerimiz, terbiyenin millî olmasını bir tercih değil, bir zaruret olarak görür. Buna karşılık ilim ve teknik, insanlığın ortak malıdır. Onu almakta tereddüt edilmez. Lakin mesele, alınanı nerede ve nasıl kullanacağını bilmektir.
Burada durup sormak gerekir: Biz bugün çocuklarımıza ne veriyoruz? Bilgi mi, yön mü? Meslek mi, mana mı? Diploma mı, şahsiyet mi?Bu soruların cevabı, eğitim sistemimizin mahiyetini ele verir. Çünkü bir milletin eğitimi, o milletin kendisi hakkında ne düşündüğünün aynasıdır.
DİL ZAYIFLARSA KİMLİK ÇÖZÜLÜR
Maarif tarihimizin birçok düşünürü bu aynaya baktığında, rahatsız edici bir manzara görmüştür. Ana diline yabancılaşan, tarihini bir ezber malzemesi olarak gören, milletini sevmenin ne demek olduğunu bilmeyen bir neslin yetişmekte olduğunu fark etmiştir. Eğitim, kuru bilgi aktarmak değil; millî şuur inşa etmektir. Dil, bu inşanın temel taşıdır. Dil zayıfladığında düşünce bulanıklaşır; düşünce bulanıklaştığında kimlik çözülür. Bu yüzden çocuklara sunulan her metin, her hikâye, her ders; farkında olmadan bir dünya görüşü telkin eder. Eğitim tarafsız değildir; her zaman bir istikamet verir.
YABANCI DİLDE EĞİTİM UYARISI
Yani yabancı terimlerin çocuk zihninde yapacağı tahribatı bilimin bir sonucuysa hala yabancı dilde eğitimde ısrarının manası nedir? Bu sözüm hem özel hem de vakıf okullarına hem de YÖK’e… yaptığınız talim yani öğretim ise sorun yok bunu hem tarih hem modern bilim size söylüyor zaten… ama sizin yaptığınız talim değil eğitim yani eski dilde terbiye… o zaman siz milletimizin çocuklarının ve gençlerinin şuurunu bulanıklaştırıyor mu? Yok sa berrak hale mi getiriyorsunuz? Oturun, düşünün lütfen…
Bizim maarif davamızda bir başka gerçek mefkûre kavramıyla ilgilidir. bilgi, ülküyle birleşmediği sürece dağınık kalır. Milletleri ayakta tutan şey, ortak bir hedefe inanabilme kudretidir.
Eğitim, bu inancın genç nesillere aktarıldığı yerdir. Mefkûresiz bir gençlik, boşlukta kalır. Boşluk ise mutlaka dolar. Eğer kendi milletinin idealiyle dolmazsa, başkalarının ideolojileriyle dolar. Gençlik, yalnızca ders yüküyle değil; hayata dair belirsizliklerle de boğuşmaktadır. Bu yüzden eğitim meselesi, aynı zamanda adalet meselesidir. Yani herkesin eğitimden eşit payı alabilmesidir; o zaman özel okul meselesini neden devamlı surette gündemde tuttuğumuz anlayabilirsiniz.
Kısaca düşünürlerimizin ortak kanaatine göre; eğitim, taklit işi değildir. Eğitim, ruhu olmayan bir mekanizma hiç değildir. Eğitim; kökleri mazide, hedefi istikbalde olan bir inşa faaliyetidir.
Millî terbiye ile muasır talimi bir araya getirebilen milletler yükselir. Birini ihmal edenler ya içine kapanır ya da başkalarının gölgesinde kalır.
Bugün bu Meclis’te, eğitim konuşulurken asıl sormamız gereken şudur: Biz nasıl bir insan istiyoruz? Nasıl bir gençlik hayal ediyoruz? Kendi tarihini bilen ama geleceğe kapalı olmayan; çağın ilmini takip eden ama köksüzleşmeyen; hür düşünen ama sorumluluk taşıyan bir nesil mi? yoksa yalnızca sınav kazanan ama yönünü kaybetmiş bir kalabalık mı? Bu sorulara samimiyetle cevap vermeden yapılacak her düzenleme eksik kalacaktır. Çünkü eğitim, rakamlarla değil; insanla ölçülür. Ve insan, ancak değerle, mana ile ve istikametle büyür.
Eğitimde temel gayemiz ise şudur: Türk milletine mensup olmanın gururunu ve şuurunu taşıyan; bu toprakların manevî ve kültürel değerleriyle yoğrulmuş; düşünen, anlayan, muhakeme eden ve karşılaştığı meseleleri sağduyu ile çözebilen nesiller yetiştirmektir.
Bizler gençlerimizin yalnızca bilgiyle donanmış olmasını değil; aynı zamanda sorumluluk sahibi, toplumuna karşı duyarlı, yeniliklere açık ve gelişen dünyayı okuyabilen bireyler olmasını hedefliyoruz. Bilimin, teknolojinin ve üretimin imkânlarını değerlendirebilen; girişimci, kültürlü, erdemli ve inancı sağlam bir gençlik… İşte arzu ettiğimiz budur.
Bu idealimizi gerçekleştirmenin en önemli unsuru öğretmen modelimiz, öğretmenlerimizin hem çağdaş dünyayı anlayan hem de harsımıza ait şuuru taşıyan kişiler olmasını temin etmek durumundayız. Bu vesileyle milli eğitim bakanlığımızın maarif modeli eksiklikleri olsa da çocuklarımızın hem harsına hem de modern dünyanın gerçeklerine hazırlamadaki azmi karalığında arkasında olduğumuzu MHP adına söylemeliyim. Cumhuriyet tarihimizde özellikle çok partili dönemimiz sonrası ilk defa kendi doğru ve yanlışlarımızla bilim insanlarımız bir program çabasına girmiştir; bunun içinde bütün üniversite ve eğitim uzmanlarımız ve düşünce insanlarımız bulunmaktadır. Bu programın elbette birçok eksiği olacaktır, ancak bu program millidir ve harsidir ve çağdaştır.
Ve daha da önemlisi bizim bilim insanlarımızı ürünüdür. İşte bu nedenle bile bizim grubumuz için oldukça mühimdir.
Programın müessese ve çocuklarımıza aktarımı öğretmenlerimiz sayesinde olacaktır. Bu nedenle öğretmenlik mesleği ve öğretmenin programı özümsemesi belki de her şeyden mühimdir. Ne yazık ki, program henüz öğretmelerimiz tarafından iyice anlaşılmamıştır. Veya teessüfle ifade edeceğim öğretmenlerimiz bu konuda istikamet sahibi değildir. Bunun birçok sebebi olabilir; ekonomiktir veya yeterli bilgi verilmemiştir veya tarihi silsile doğru kurulmamıştır; bütün bu sebepler iyice tahlil edilmeli ve öğretmenlerimiz bu konuda süslenmelidir.
Bir milletin en önemli meselesi maarifse en önemli insanları öğretmen olmalı ve ona göre imkanları genişletilmeli ve ona değer verilmelidir. Bir saniye canımız kurtarmak için bütün servetinizi harcarken gelecek nesilleri ve bütün insanlığı kurtaracak insanları nereye koymamız gerektiğini lütfen sakin bir kafayla düşünün… bu amaçla milli eğitim akademisi öğretmen ve öğretmenliğe dair bir projenin sağlam temeller üzerine bina edilsin diye kurulmuştur. O zaman bu kuruluşa alınacak hocaların yüz yıl sonra kendi düşüncesi olan ekol sahibi insanlar olmasına dikkat edelim. MHP’nin buradaki görüşü adalet ve hak kavramı üzerinedir ve siyasetin üzerinde bu meseleyi düşünmektedir.
"KURALLARA UYMAYANLAR ÖZEL OKULLAR DERHAL KAPATILMALI"
Bu vesileyle; Türkiye’de acilen milli eğitim bakanlığımızın belirlediği kriterlere uymayan, özellikle ana okulu, ilköğretim ve orta öğretim ve lisedeki özel okulların kapatılması artık bir güvenlik sorunudur. İlköğretimde daha ana dilini bilmeyen çocuklarımıza yüklenen kavramların verdiği şuur bilincini anlatmama gerek yok. Orta okullarda oyun çağlarındaki çocukların bahçesi olmayan apart okullardaki makus talihi… lisede sadece yarışmak için bütün derslerine tam not verilerek yarış atları misali koşturulmaları… bütün bunları burada duymamış olmayı tercih edebiliriz… ama ne yaparsak yapalım; bu mesele bizim için en önemli mesel olduğunu gizleyemeyiz… Özel okullarımızın devlet okullarına oranı acilen dünya standartlarına çekilmelidir bu oran yüzde üçler civarıdır ve bu okullar tesadüfi değildir alelade insanlara tevdi edilemez; geleneği olan ve vakıflaşmış okullar bu standardı zaten bizlere sunmaktadır… dünyadaki örneği de zaten budur… kısacası eğitimi ticari olarak görmeyen bir misyonu ve amacı olan vakıflarımız veya kurumlarımız bu işi yapmalı ve talim ve terbiyemize yardım etmelidirler. Diğerleri kesin ve şeksiz kapatılmalıdır.
TAŞIMALI EĞİTİMDEN YERİNDE EĞİTİME DÖNÜŞ
Bir önemli meselemiz de köye dönüşlerle gerekli asgari şartları sağlayan köylerimizde okulların açılması ve taşımalı eğitimin yavaş yavaş yerinde eğitime dönüşmesidir. Çocuk mekanıyla büyür ve orda güzeldir; tıpkı endemik çiçekler gibidir, yabancı ortamda kendisini tam gösteremez. Yeni programda bir de eğitim bir mekan işi olduğunu yakinen bilmeliyiz.
Yapılacak eğitim yuvalarımızın çocuklarımızın ruhi ve psikolojik gelişimine uygun olması gerekir. Çocuklar için tek katlı oyun alanları ve rahat oturacağı sınıflar elzemken; orta öğretimde çocukların gelişimine uygun tarihi anlatan mekanların yani bina ruhunu yansıtıldığı alanlara muhtacız… bu ruhun lise için daha mükemmeli ve üniversite için sanat eserleri olması gerekir. Bu gerçek insan eğitiminde ve devlet ve millet şuurunda çok önemlidir ve Avrupa devletlerinde her eğitim mekanı ruhu ülkelerin en önemli mirasıdır. Bizdeki üniversite ve okullara bakınca seviyemizin ne olduğunu anlatmama gerek bile yok… Demek ki maarif modelimizin ikinci aşaması programımıza uygun mekânsal bütünlüğün sağlanmasıdır. YÖK bu programın dışında değildir ve tamamlayıcı unsurudur. YÖK’mumuz program planlamasını yavaş yavaş tamamlamakta, ihtiyacımız binaen meslek gruplarına dair planlamasını yapmaktadır; bu vesileyle boş kalan kontenjanlarımıza dair yapacağı planlamayı desteklediğimizi özellikle ilçelerdeki bölümlerimizin ihtiyaca yönelik meslek okulların dönüştürme planlarını faydalı görmekteyiz.
Bu vesileyle elbette emekli ve asgari ücretle çalışan vatandaşlarımızın halini biliyoruz; ancak bir profesörün öğrencilerinden düşük ücretlendirilmesinin maarife yansımasını bir düşünün… hakim savcı hoca ilişkisiyle; hekim-hoca ilişkisi bu gerçeği örneklendirir. Kısaca artık niceliğe dair yayılmayı tamamladık;
sıra niteliğe gelmiştir. YÖK bu şuurla yoluna devam etmeli, kendini üniversitelerin karar mecrası değil, düzenlemeye yardım eden üst kurul olarak düşünmelidir.
Eğitim alanında ortaya çıkan genel manzaraya baktığımızda, Bakanlığın son yıllarda iki temel yönde ilerlediğini görüyoruz. Bir tarafta Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli çerçevesinde, müfredatı sadeleştirme; öğrenciyi sadece sınavlara değil hayata hazırlama; bilgiyi, değeri ve beceriyi birlikte geliştirme hedefi öne çıkıyor. Öğrencinin yalnızca bilişsel değil, sosyal, duygusal ve ahlaki yönleriyle de desteklenmesi gerektiği vurgulanıyor. Bu doğrultuda okuryazarlık becerilerinden sosyal-duygusal öğrenmeye,
değerler eğitiminden disiplinler arası ilişkilere kadar pek çok başlık müfredatta yeniden ele alınmış durumda...Diğer yandan Bakanlığın eğitimi teknolojiden bağımsız düşünmediğini de görüyoruz. Yapay zekâ okuryazarlığı, veri bilimi, programlama gibi alanlar artık alt sınıflara kadar indiriliyor; ders materyallerinin tek merkezden hazırlanmasıyla hem eşitlik hedefleniyor hem de velilerin üzerindeki mali yükün azaltıldığı söyleniyor.
Bugün yükseköğretimimiz, ülkemizin dört bir yanına yayılmış güçlü bir kurumsal yapıya sahiptir. Bununla birlikte, böylesi geniş bir yapının kendi içinde doğurduğu ihtiyaçları da dikkate almak zorundayız.
Nicelikte elde edilen bu büyüklüğün, her bir öğrencimize nitelik olarak da yansımasını sağlamak; sadece milyonlarla ifade edilen rakamlara değil, onların aldığı eğitimin kalitesine de odaklanmak hepimizin ortak vazifesidir. Aynı zamanda üniversite mezunlarımızın kalifiye insan kaynağı olarak iş sahalarına hızla dahil edilebilmesi, bu minvaldeki işsizlik sorununa karşı önlemler alınması gerekmektedir.
EĞİTİM MİLLİ BEKÂ MESELESİDİR
Eğitimdeki her hamle, her ıslahat, her yeni açılım; doğrudan doğruya millî bekâmıza temas eden bir devlet işidir. Bugün ulaştığımız seviye inkâr edilemez bir gayretin mahsulüdür;
ancak aynı zamanda daha mütekâmil, daha derinlikli ve daha nitelikli bir atılımın da zaruretini fısıldamaktadır. Elbette eksiklerimiz vardır; elbette tamamlanması icap eden sahalar mevcuttur. Fakat unutulmasın ki bu millet, ilmin rehberliğinde yürüdüğünde aşamayacağı hiçbir engel yoktur.
Bu duygu ve düşüncelerle, eğitim-öğretim sistemimizin bütün unsurlarının milletimize daha parlak bir istikbal hazırlamasını temenni ediyor; 2026 yılı bütçesinin devletimize, maarifimize ve evlatlarımıza hayırlı olmasını diliyorum."




