Bugün geldiğimiz noktada, NATO’nun güvenlik mimarisinde Türkiye’nin konumu askeri gücünden daha çok jeopolitik kıymetiyle ön plana çıkmaktadır. Ancak bu yalnızca coğrafyayla açıklanamaz; Türkiye aynı zamanda NATO’ya aktif katkı sunan, kriz anlarında sahada olan ve caydırıcılığı destekleyen kilit bir aktördür.

Türkiye, 1952 yılında NATO’ya katıldığında dünya iki kutuplu düzene yeni yeni ısınırken, ülkenin jeopolitik konumu kadar askeri gücü de dikkat çekiyordu. Bugün aradan geçen yetmiş yılı aşkın sürede, Türkiye yalnızca NATO’nun bir üyesi değil; ittifakın doğu sınırının garantörü, güneydeki krizlere karşı kalkanı ve küresel güvenliğe doğrudan katkı sağlayan vazgeçilmez bir aktör haline geldi.

Türkiye'nin NATO’daki önemi çoğu zaman sadece coğrafi konumuyla açıklanır; elbette üç kıtanın kesişiminde yer almak, Karadeniz'den Akdeniz'e kadar geniş bir alanı denetleyebilmek stratejik bir avantajdır. Ancak Türkiye’nin bu ittifak içindeki rolü sadece haritayla ölçülemez. Türkiye, askeri kapasitesi, diplomatik gücü ve sahadaki kararlılığı ile NATO’nun güvenlik mimarisinde temel taşı haline gelmiştir.

Yedi Yıl Savaşları: Dünyanın İlk Gerçek Küresel Savaşı
Yedi Yıl Savaşları: Dünyanın İlk Gerçek Küresel Savaşı
İçeriği Görüntüle

NATO içerisinde Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra en büyük ikinci orduya sahip olan Türkiye, sadece sayısal büyüklüğüyle değil, aktif katılımı ve operasyonel kabiliyetiyle de öne çıkar. Kosova’dan Afganistan’a, Karabağ’dan Libya’ya kadar pek çok coğrafyada barışı koruma görevlerine katılmış, hem sahada hem diplomasi masasında ağırlığını hissettirmiştir. Türkiye’de bulunan İncirlik ve Konya gibi üsler, NATO'nun hava operasyonları için kilit rol oynarken, Malatya Kürecik’teki radar sistemi NATO’nun balistik füze savunmasının en önemli parçasıdır.

Ancak Türkiye’nin katkısı yalnızca askeri veya teknik düzlemde değil, aynı zamanda siyasi ve stratejik dengelerin yönetiminde de hissedilir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik sürecinde sergilenen diplomatik pozisyon, Türkiye’nin ittifak içindeki pazarlık gücünü ve taleplerini nasıl güçlü şekilde ortaya koyabildiğini net bir biçimde gösterdi. Türkiye, ittifak içindeki güvenlik önceliklerinin — özellikle terörle mücadelede — dikkate alınmasını sağlayan bir aktör konumundadır. Bu yönüyle yalnızca uygulayıcı değil, şekillendirici bir roldedir.

Öte yandan, Türkiye’nin zaman zaman Rusya ile geliştirdiği ilişkiler ya da savunma alanındaki bazı bağımsız hamleleri, Batılı bazı ülkelerde rahatsızlık yaratmış olabilir. Ancak bu durum, Türkiye’nin NATO içindeki ağırlığını azaltmak bir yana, tam tersine bu ülkenin ittifak açısından ne kadar “kilit” bir aktör olduğunu tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Çünkü Türkiye olmadan NATO’nun doğu sınırında denge kurması, Orta Doğu’dan gelen tehditleri göğüslemesi ya da Karadeniz'de istikrar sağlaması mümkün değildir.

Türkiye’nin NATO'daki konumu, değişen dünya dengeleri içinde daha da kritikleşmektedir. Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail-Filistin çatışması, İran etkisi, enerji güvenliği, göç krizleri ve yükselen terör tehdidi gibi birçok başlıkta Türkiye hem bir cephe ülkesi hem de çözüm ortağıdır. Bu nedenle Türkiye, NATO’nun sadece sınırlarını değil; vizyonunu, refleksini ve küresel duruşunu da etkileyen temel üyelerinden biridir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin NATO’daki varlığı basit bir askeri üyelikten ibaret değildir. Türkiye, bu ittifakın güvenlik omurgasında yer alan, doğuya ve güneye açılan yegâne köprüsü, krizi yönetebilen nadir aktörlerinden biridir. NATO, Türkiye’siz bir gelecek planlayamaz çünkü Türkiye, ittifakın haritasında bir konum değil, stratejisinde bir mihenk taşıdır.

Muhabir: CANSU ACAR