24 Temmuz 1923’te imzalanan ve hâlâ yürürlükte olan bu uluslararası belge, Türkiye’nin Ege Denizi başta olmak üzere çevresindeki kara ve deniz alanlarındaki haklarını şekillendiren temel referanslardan biri olma özelliğini sürdürüyor.
Lozan Antlaşması’nın deniz yetki alanlarına ilişkin hükümleri özellikle Ege Denizi’nde dikkat çekiyor. Antlaşma ile Yunanistan’a verilen ada ve adacıkların birçoğu, Türkiye kıyılarına son derece yakın mesafede yer alıyor. Bu durum, hem deniz yetki sınırlarının çizilmesi hem de hava sahası ve kıta sahanlığı gibi konularda günümüze kadar süren anlaşmazlıkların temelini oluşturuyor. Türkiye, Lozan’da ada egemenliği verilse bile bu adaların silahsızlandırılması yönündeki hükmün sistematik şekilde ihlal edildiğini savunurken, Yunanistan ise adaların statüsünü genişletme çabalarını sürdürüyor.
Askerî açıdan bakıldığında ise Lozan, Türkiye’nin belirli bölgelerde savunma yapılanmalarını sınırlandıran hükümler içeriyor. Özellikle Boğazlar bölgesi için getirilen "Boğazlar Komisyonu" ve silahsızlandırılmış alan uygulamaları, Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne kadar denetim yetkisini sınırlı kullanmasına neden oldu. Ancak 1936'da imzalanan Montrö Sözleşmesi, bu açığı kapatarak Türkiye’nin boğazlardaki kontrolünü yeniden sağlamasına imkân tanıdı. Yine de, Lozan’ın deniz sınırlarıyla ilgili tanımlamalarının, Türkiye’nin deniz kuvvetlerinin hareket alanı ve savunma planlaması üzerinde uzun yıllar etkili olduğu biliniyor.
Uzmanlar, 21. yüzyılın deniz hukukuna dair gelişmeleri göz önüne alarak, Lozan’ın bazı maddelerinin günümüz güvenlik dengeleriyle yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve deniz yetki alanları mücadelesinde Türkiye’nin pozisyonunu güçlendiren hukuki altyapının önemli bir bölümünü, Lozan’ın sınırlandırma prensipleri oluşturuyor. Bu çerçevede Türkiye, “ana karalar arasında ortay hat” ilkesine dayanarak kendi tezlerini savunuyor.
Lozan’ın bölgesel güvenlik dengeleri üzerindeki etkisi yalnızca Türkiye-Yunanistan ilişkileriyle sınırlı değil. Libya ile 2019 yılında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası gibi son dönemdeki diplomatik hamleler, Türkiye’nin hem Lozan’dan gelen kazanımlarını hem de modern deniz hukukunu esas alarak yeni bir deniz yetki mimarisi inşa etmeye çalıştığını gösteriyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılı geride kalırken, Lozan Antlaşması'nın askeri ve deniz sınırlarına ilişkin etkileri güncelliğini korumaya devam ediyor. Savunma stratejileri, enerji güvenliği ve bölgesel iş birlikleri açısından bu tarihî anlaşmanın uluslararası hukukta nasıl yorumlandığı, önümüzdeki yıllarda da tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor.