Türkiye, coğrafi konumu gereği hem Avrupa hem Orta Doğu hava trafiğinin kesişim noktasında yer alırken, askeri ve sivil hava sahasının korunması artık sadece radarlarla değil, diplomatik reflekslerle de şekilleniyor.
Milli Savunma Bakanlığı'ndan edinilen bilgilere göre, Türkiye 2025 yılı itibariyle hava sahası ihlallerine karşı daha hızlı yanıt verebilecek yeni erken uyarı ve elektronik savunma sistemleri kurulumunu başlattı. Bu sistemler, özellikle Doğu Akdeniz, Suriye sınırı ve Ege bölgesindeki hassas noktalarda aktif olacak. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "hava hakimiyetini kaybetmeden diplomasi kurmak" hedefi doğrultusunda, hava sahasının dijital denetimi ve anlık karar destek sistemleri entegre ediliyor.
Türkiye hava sahası, NATO müttefikleriyle ortak kullanılan yapısıyla da dikkat çekiyor. Ancak Yunanistan ile Ege üzerindeki hava sahası anlaşmazlıkları ve Irak-Suriye hattında zaman zaman yaşanan sınır ihlalleri, bu yapının her zaman istikrarlı işlemesini engelliyor. Özellikle 12 deniz mili/10 mil hava sahası tartışmaları, iki ülkenin radar verilerine bile yansıyan güvenlik gerilimleri yaratmaya devam ediyor.
Uzmanlara göre Türkiye'nin "aktif hava sahası diplomasisi" yürütmesi, sadece sınır güvenliği değil, enerji koridorlarının güvenliği açısından da kritik. Zira Doğu Akdeniz'de yapılan sondaj faaliyetleri sırasında hava sahasının ihlali, Türkiye’nin deniz ve hava unsurlarının eş zamanlı olarak kullanıldığı hibrit savunma senaryolarını gündeme getiriyor.
Sivil havacılık açısından da Türkiye, yılda yaklaşık 2 milyon uçuş trafiğiyle Avrupa'nın en yoğun hava koridorlarından biri. Ancak artan hava trafiği, sadece kontrol kulelerini değil, yapay zekâ destekli yönlendirme sistemlerini de zorunlu kılıyor. Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ), 2026 yılına kadar hava sahasında tam dijitalleşmeye geçileceğini duyurdu. Bu sayede hem güvenlik artırılacak hem de uçuş gecikmelerinin azaltılması hedefleniyor.
Küresel hava güvenliğinde jeopolitik bir kavşak olan Türkiye, askeri caydırıcılığı, sivil kapasitesi ve diplomatik manevra alanıyla, 21. yüzyılın hava sahası yönetiminde belirleyici bir aktör olmaya aday. Ancak bu hedefin gerçekleşebilmesi için yalnızca teknoloji değil, uluslararası hukukla uyumlu ama egemenlik haklarını ödün vermeyen bir strateji gerekiyor.