Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin kıta sahanlığı tezlerini yalnızca diplomatik bir argüman değil, aynı zamanda deniz egemenliğinin bir sınavı haline getiriyor.
Kıta sahanlığı, bir devletin kara parçasının deniz altındaki doğal uzantısı olarak tanımlanıyor ve bu alandaki doğal kaynaklar üzerinde ekonomik haklar sağlıyor. Uluslararası hukuka göre, kıta sahanlığı 200 deniz miline kadar otomatik olarak tanınsa da, kapalı denizlerdeki karmaşık coğrafi yapı, özellikle Doğu Akdeniz gibi bölgelerde ciddi hukukî ve siyasi anlaşmazlıklara yol açıyor.
Türkiye, özellikle Meis Adası örneğinde olduğu gibi, Yunanistan'ın küçük ve Türkiye kıyılarına çok yakın adalara geniş deniz yetki alanları tanınmasını kabul etmiyor. Ankara’ya göre, bu yaklaşım hem coğrafi orantılılık ilkesine aykırı hem de Türkiye’nin haklı olarak talep ettiği kıta sahanlığı üzerinde haksız bir daraltma anlamına geliyor.
Bu bağlamda Türkiye, 2019 yılında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Mutabakatı ile Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı iddialarını somutlaştırdı. Bu adım, bölgedeki birçok ülkenin tepkisini çekerken, Türkiye açısından hukuki bir karşı hamle olarak değerlendirildi. Aynı yıl başlayan sismik araştırmalar ve sondaj faaliyetleri, uluslararası alanda da geniş yankı buldu.
Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Türkiye’nin kıta sahanlığı konusundaki duruşunun uluslararası hukuka uygun olduğunu ve özellikle 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne taraf olmayan ülkelerin de kendi yorumlarını meşru bir zemine oturtabileceğini belirtiyor. Türkiye'nin bu sözleşmeye taraf olmaması, hem bir eleştiri hem de bir esneklik alanı olarak yorumlanıyor.
Uzmanlar ise Türkiye'nin kıta sahanlığı yaklaşımında sadece hukuki tezlere değil, deniz gücünün stratejik kullanımı, enerji diplomasisi ve çok taraflı müzakere yeteneği gibi unsurların da etkili olduğunu vurguluyor. “Mavi Vatan” doktrini bu çok katmanlı yaklaşımın askeri ve jeopolitik çerçevesini çizerken, kıta sahanlığı tartışmalarını artık bir ulusal güvenlik meselesi haline getiriyor.
Kıta sahanlığı Türkiye için yalnızca deniz dibindeki doğal gaz kaynaklarının ötesinde, egemenlik, enerji ve deniz jeopolitiği üçgeninde konumlanan bir stratejik öncelik olarak öne çıkıyor. Önümüzdeki dönemde uluslararası deniz hukukunun yeniden şekillenmesi, Türkiye'nin bu alandaki tezlerinin evrensel sistemdeki karşılığını da belirleyecek.