Günümüzde en çok konuşulan konulardan biri yapay zekânın ekonomiye etkileri oluyor. Bir yandan “işsizlik artacak mı?” Sorusunu sorarken diğer yandan “yapay zekâ ekonomiye refah mı getirecek?” Gibi kritik sorulara cevap arar olduk…

Yapay zekâ çoğu zaman rutin ve tekrar eden işlerde insan gücüne göre daha çok ve daha hızlı verim elde edilmesini sağlıyor. Bu da ilerleyen süreçte bazı sektörlerde iş kayıplarının artacağına bir işaret… Özellikle çağrı merkezleri, muhasebe gibi veri girişlerinin daha yoğun olduğu sektörlerde iş kaygısı daha fazla. Bunun yanında yeni mesleklerinde doğuşu su götürmez. Veri analistleri, yapay zekâ eğitmenleri, yazılım mühendisleri gibi birçok meslekte yeni iş alanları ortaya çıkıyor. Fakat sonuç itibarı ile asıl olan ise işin yok olup olmaması değil, işin niteliğinin değişmesi.

Bir de işin gelir eşitsizliği noktası var. Dünya Ticaret Örgütü, yapay zekânın küresel gelir eşitsizliklerini artırabileceği uyarısını yaptı. Raporda, yapay zekânın olumlu yanlarının yanı sıra yoksul ile zengin arasında derinleşen uçuruma da dikkat çekildi. Siyasi önlemler alınmaz ve uluslararası alanda iş birliği sağlanamazsa, yapay zekânın eşitsizliği azaltmak yerine derinleştirebileceği uyarısında bulunuldu. Bu uyarı oldukça önemli. Çünkü geldiğimiz noktada gelişmiş ülkelerin teknolojiye erişimi daha kolay. Bu da onların üretim ve ihracatta öne çıkmasını sağlayan bir etken… Gelişmekte olan ülkelere baktığımızda, bazılarının bu dönüşüme ayak uydurmakta zorlandıklarını görüyoruz. Yani bir yanda teknolojiye ayak uyduran ülkeleri görürken, diğer yanda dijital altyapıdan yoksun kalan ülkeleri görüyoruz... Bu da zengin ülkeleri daha zengin, yoksul ülkeleri ise daha bağımlı hale getirebilir.

İşte bu noktada dijital çağa daha çabuk ayak uydurmak için Türkiye neler yapmalı? Asıl önemli soru bu.

Sadece tüketen değil üreten bir toplum olma yolunda adımlar atmalıyız. Yani çocuklarımızı bilgisayar ve telefon gibi teknolojileri üretebilecek konuma taşımalıyız. Gençlerimize kendi yazılımlarını oluşturabilecekleri, kendi uygulamalarını geliştirebilecekleri ortamlar sunmalıyız. Bunun yanında bilgisayar altyapısına ve veri merkezlerine daha fazla yatırım yapmalıyız. Eğitim sisteminin dönüşümünü de yapay zekâya uyarlayabilirsek işsizlikten çok fırsatları konuşuruz. Daha az kaynakla daha fazla üretim yaparak verimliliği artırmalıyız. Verimlilik artışı şirketlerin rekabet gücünü yükseltir. Şirketlerin dönüşümünü, yani dijitalleşmesini hızlandırmalıyız. Çünkü bu dijital çağda eski yöntemlerle çalışan işletmeler geride kalmaya mahkûm olacaktır. Türkiye’de yapay zekâ ve dijital dönüşüm küresel rekabette büyük şirketlerden önce küçük şirketleri tehdit ediyor. Özellikle KOBİ’ler dönüşüme ayak uydurmakta zorlanıyor.

Bir diğer değinmek istediğim konu ise, Dünya Ticaret Örgütü yıllık raporunda, yapay zekâ sayesinde küresel ticaretin 2040 yılına kadar yüzde 37 büyüyebileceğini ifade ediyor. Eğer biz bu büyümenin içinde daha çabuk yerimizi alırsak, daha fazla ihracat yapıp daha çok ürünümüzü küresel pazarlara sunabiliriz.

Sonuç olarak yapay zekâ lojistikten sağlık sektörüne, tarımdan bankacılığa kadar pek çok alanda, yani hayatımızın her alanında yerini almış durumda. Dijital çağ ve yapay zekâ riskleri içinde barındırıyor ama bu riskleri fırsata çevirmek de yine bizim elimizde.