1945’te ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı bombalarla başlayan nükleer çağ, günümüzde toplam dokuz ülkenin bu yıkıcı güce sahip olmasıyla sürüyor. Bu ülkelerden beşi, 1968 yılında imzalanan ve 1970'te yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) resmen taraf olan ve "nükleer silah sahibi devlet" statüsüne sahip ülkelerdir: Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Birleşik Krallık ve Fransa. Bu ülkeler nükleer silahlarını hem karasal hem de denizaltı ve hava platformlarıyla konuşlandırırken, dünya üzerindeki toplam nükleer cephanenin yüzde 90’dan fazlası yalnızca ABD ile Rusya’nın elindedir.
Ancak dünya üzerindeki nükleer gerçeklik yalnızca bu beş ülkeyle sınırlı değil. Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore, NPT’ye taraf olmayan ya da sonradan çekilen, ancak nükleer silah geliştirdiği bilinen diğer dört ülkedir. Hindistan ve Pakistan, 1998’de karşılıklı nükleer denemelerle bu alandaki kapasitelerini açıkça ilan etmiş; Kuzey Kore ise 2003’te NPT’den çekilerek nükleer testlerini sürdürmüştür. İsrail ise nükleer silah sahibi olduğu uluslararası kamuoyunda yaygın biçimde kabul edilmesine rağmen bunu ne doğrulamış ne de yalanlamıştır; bu da ülkenin "nükleer belirsizlik" politikası güttüğü anlamına gelir.
Bugün itibarıyla dünyada nükleer silaha sahip toplam 9 ülke bulunuyor: ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore. Bunların dışında kalan yaklaşık 186 ülke, nükleer silah üretmeme ve edinmeme taahhüdüyle NPT’ye bağlıdır. Bu ülkelere Türkiye, Almanya, Japonya, Güney Kore, Mısır, Brezilya ve Endonezya gibi önemli aktörler de dahildir. Özellikle Türkiye, 1969 yılında imzaladığı ve 1980'de onayladığı NPT ile nükleer teknolojiyi yalnızca barışçıl amaçlarla kullanacağını taahhüt etmiş; nükleer enerji projelerini bu çerçevede geliştirmeye odaklanmıştır.
Uluslararası sistemde nükleer silahların eşitsiz dağılımı, normların istikrarsız uygulanışı ve bazı ülkelerin denetime tabi tutulurken bazılarının istisna kabul edilmesi, küresel düzeyde ciddi bir adalet ve güvenlik tartışmasına yol açmaktadır. Bugün bu tablo, sadece savaş stratejilerini değil, dünya düzenine dair temel değerleri de sorgulatır hâle gelmiştir