Yıl 1925. İran, Qacar Hanedanlığı’nın zayıflığıyla sarsılmış bir halde. Ülkenin dört bir yanı sefalet, kabile savaşları ve Batı müdahaleleriyle kuşatılmış. Bu karmaşa içinde yükselen bir figür vardır: Reza Han. Bir subay olarak başladığı hayatına, kısa sürede askeri darbe ve siyasi manevralarla yön vererek Reza Şah Pehlevi olarak tahta çıkar.
Modernleşme idealiyle yola çıkan Şah, demiryolları inşa eder, Batı tarzı hukuk sistemini getirir, medrese ağırlıklı eğitim sistemini laikleştirir. Ancak tüm bu reformlar sert, otoriter ve baskıcı bir rejimle yapılır. En dikkat çekici adımlarından biri, kadınlara başörtüsü yasağı getirmesidir. Kadınların örtünmesini “gerilik” simgesi olarak görür ve zorla açtırır. Pehlevi rejiminin temel felsefesi: “Geri kalmış Doğu’nun yerine Batılı bir İran yaratmak.”
İkinci Dünya Savaşı'nın gölgesinde İngiltere ve Sovyetler Birliği, Alman sempatizanı olan Reza Şah’ı tahtan indirir. Yerine, oğlu Muhammed Rıza Pehlevi geçer.
Yeni Şah daha yumuşak başlı görünür, fakat 1951'de Başbakan Muhammed Musaddık petrolü millileştirince işler karışır. İngiltere ve ABD’nin desteklediği bir CIA operasyonuyla Musaddık devrilir yaniii 1953 darbesi, Şah mutlak gücünü pekiştirir. Bu olay, halkın Şah’a olan güvenini derinden sarsar.
Ardından gelen yıllar, görkemli saraylar, Batı özentisi yaşamlar ve giderek artan otoriterliktir. 1967 yılında taç giyme töreni, Paris’ten getirilen halılar, Fransa’dan ithal edilen yemekler ve binlerce davetliyle bir ihtişam gösterisine dönüşür…
1971'de, Pers İmparatorluğu’nun 2500. yılı kutlanacaktır. Şah, bunu sadece bir tören değil, dünya kamuoyuna güç gösterisi olarak görmek ister.
Persepolis, antik kalıntıların yanında, çölde sıfırdan bir “lüks şehir” kurulur. Tören için Fransa’dan yemek getirilir, lüks çadırlar kurulur, özel havaalanları inşa edilir.
Konuklar kimlerdir? Krallar, kraliçeler, cumhurbaşkanları ve diplomatik elit. 3 gün boyunca verilen ziyafet, Guinness Rekorlar Kitabı’na “en pahalı devlet ziyafeti” olarak geçer. Maliyeti bugünün parasıyla yüz milyonlarca dolardır.
Ancak aynı günlerde, İran halkı sefalet, sansür ve gizli polis örgütü SAVAK baskısıyla boğuşmaktadır.
1960’ların sonunda Şah, “Beyaz Devrim” adını verdiği reformları başlatır:
Toprak reformu (büyük toprak sahiplerinden alınıp köylüye dağıtılır)Kadınlara seçme-seçilme hakkı,Eğitim seferberliği,Sanayileşme hamlesi
Fakat bu reformlar halkla birlikte değil, tepeden inme uygulanır. Toprak reformu büyük toprak sahiplerini küstürür, köylü ise memnun kalmaz. Din adamları laikleşmeden rahatsızdır, aydınlar özgürlük ister, sol gruplar ve milliyetçiler ise Şah’ın ABD güdümünde olduğunu düşünür. Ülke kaynamaya başlar.
1978 yılında protestolar başlar. Cuma hutbelerinde, mitinglerde, üniversitelerde Şah’a öfke büyür. Liderliğini Ayetullah Humeyni’nin yaptığı İslamcı hareketler, milyonları sokaklara döker.
Tarih..16 Ocak 1979: Şah ve eşi Farah Diba, son kez uçağa biner ve İran’ı terk eder. Yanlarında birkaç valiz, arkalarında bir hanedanın külleri.
Önce Mısır, ardından Fas, sonra Bahamalar, Meksika ve en sonunda ABD'ye sığınırlar. Fakat bu kaçış, Washington için bile sorun olur. İran halkı, Şah'ın iadesini ister. Bu, Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği baskınına ve 444 gün süren rehine krizine yol açar.
Şah, 1980’de Mısır’da kanserden ölür. Farah Diba ve çocukları ABD’ye yerleşir. Oğulları Rıza Pehlevi, “anayasal monarşi” çağrısı yapsa da hiçbir zaman halkın desteğini alamaz.
Ailenin bazı üyeleri travma, yalnızlık ve maddi sıkıntılarla boğuşur. Prens Ali Rıza, 2011’de intihar eder. Pehleviler, bir zamanlar başını örten kadınlara yasak koyan saraydan, başörtülü İran’a uzaktan bakan birer sürgün figürüne dönüşür.
Pehleviler, İran’ı Batılılaştırmak isterken halktan uzaklaştı. Zenginlikleri, ihtişamları ve baskıcı yöntemleri bir kraliyet rejimini yıktı. Bugün, İran’da hâlâ tartışılan bir soru var:
"Pehleviler mi İran'ı ileri götürüyordu, yoksa uçuruma mı sürüklüyordu?" işte soru olarak duran bugünün cevabı..